İslâmda şahsın hakkı kutsaldır

İslâm şahsı esas alır.

Kur’ân-ı Kerîm şahıslara hitap eder ve sorumluluk şahıslar aittir. İslâmda bir şahıs ile toplum arasında hukuk açısından fark yoktur. “Bir insanı haksız yere öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Bir insanı ihya etmek de bütün insanları ihya etmek gibidir.” (Maide Sûresi, 5:32.) Bu âyete göre şahsın hukuku toplumun hukukuna eşittir.

Şirkten uzak, hak ve hakikat inancı üzere olan ve hukukî olarak haklı olan bir insan, bir ümmet, bir toplum gibidir. Nitekim yüce Allah İbrahim (as) için “Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir ümmet idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Nahl Sûresi, 16: 120.) buyurarak bir kişi olsa da hakkı savunduğu için bir ümmet, bir toplum olduğunu ifade etmektedir.

Peygamberimiz (asm) yüce Allah’ın “Mü’minler kardeştir” (Hucurat Sûresi, 49:10.) ferman-ı İlâhisine o kadar önem vermiştir ki hadislerinde “Mü’minler sevgi, merhamet, şefkat ve yardımlaşmada bir vücudun azaları gibidirler. Vücudun bir organı hastalanınca diğer azalar ondan müteessir olur ve yardımına koşarlar” (Buhari, Edeb, 27.) buyurmuşlardır. Aralarındaki birlik ve beraberliği de “Kemerli binalardaki taşların birbirlerine destek olması” (Buhari, Edeb, 36.) şeklinde ifade eder.

Şahsın hukukuna bu derece önem veren İslâmiyet herkesin hak ve hukukunu savunmada aciz kalacağını bildiği için “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten insanları koruyacak olan bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmran Sûresi, 3:104.) ferman ederek güçlü bir topluluğun hukuk mücadelesi vermesini istemiştir. İslâm bilginleri bu güçlü topluluğun yetkisini toplumdan alan yöneticiler olduğunu söylemişlerdir.

Toplumun sözleşme gereği içlerinden seçecekleri bir topluluğa geçici süre “iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama” görevini vermesi gerektiği de yine “Allah sizlere emaneti ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa Sûresi, 4: 58.) âyeti ile sabittir. Bu durumda ehil olanı tesbit ederek seçme görevi Müslümanlara aittir.

Emanetin önemli bir nev’î kamu görevidir. Diğer emanetler Allah’ın insana verdiği azalar, nimetler ve dinî görevlerdir. Bu bakımdan insan bedeni ve azaları emanet olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm başta olmak üzere insana verilen akıl ve ilim de emanettir. Allah’ın rızası dairesinde hareket edilmelidir.

Toplum emanet olarak kamu görevini seçtiği yöneticilere verdikten sonra onların meşrû emirlerine itaat etmekle yükümlüdür. Bunu da yüce Allah “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de itaat edin” (Nisa Sûresi, 4: 59.) âyeti ile emretmiştir.

İdareciye itaat ise mutlak değildir; bilâkis itaat maruf olanadır. Yöneticinin Allah’a isyanı gerektiren veya yasalara aykırı emirlerine itaat edilmez; ancak bu isyan etmek ve asayişi ihlâl etmek anlamında değildir. Nitekim Peygamberimiz (asm) “İtaat marufadır. Allah’a isyan hususunda kula itaat edilmez” (Buhari Ahkam, 4; Müslim, İmara, 39-40.) buyurmuşlardır.

İslâmda hak arama hürriyeti vardır ve ancak meşrû yönden mahkeme yoluyla aranır. Bu sebeple yüce Allah “Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin.” (Nisa Sûresi, 4: 59.) buyurarak kanunî yollardan hak aranmasını meşrû kılmıştır.

İslâm’da yöneticinin ve devletin görevi şahsın hakkını savunmak ve haklarının kullanımına engel olan hususları ortadan kaldırarak tam bir hürriyeti temin etmektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*