İslâmın “Güncellenmiş” evrensel bir sunumu: Risâle-i Nur

Neden Risale-i Nur? İşte tercih ve rüçhaniyetinin çok sebeplerinden sadece birkaçı:

BİRİNCİSİ: Çağımız insanı, pozitivist düşünüyor. Gözünün gördüğüne inanmak istiyor. “Nedir?” diye sormuyor. Belki “Nereden biliyorsun?” diyor. Akıl yürüterek gerçeği arıyor. Böyle bir çağda, kudsî metinlere indirgenmiş bir anlatım yeterli olabilir mi? Yani “Kur’ân’da böyle yazıyor” veya “Hz. Peygamber (asm) böyle buyuruyor” dediğinizde adam size: “Kardeşim, ben onları zaten kabul etmiyorum ki!” diyebiliyor.

Demek bu çağda muknî bir dil için, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinden ilham alarak ve onları bir dürbün gibi kullanarak Kur’ân-ı kebîrin yani kâinatın ve fıtratın âyetleri göze gösterilmelidir. Tâ ki, muktezay-ı hâle mutabık ortak bir dille hitap edilmiş olsun. İşte Risale-i Nur bunu yapmaktadır.

İKİNCİSİ: Kur’ân’ın temel hakikatlerini kâinat yüzünde göze göstererek sunan bir dil, eğer sadece akla hitap eder, ama kalbi ihmal ederse yine kâfi değildir. Akademik ve salt rasyonel bir dil, aklı ikna edebilir belki, fakat davranışlar için gereken duygusal enerji kalptedir. Dolayısıyla çağımız insanını, müptelâ olduğu hastalıklı alışkanlıklarından kurtarıp kemâlâta yükseltecek duygusal enerjiyi yükleyemeyen bir sunum yetersizdir. O halde evrensel ve etkili bir anlatım için modern ilm-i kelâmın tasavvufla sentezlenmesi, böylece hem aklı ikna, hem de kalbi tatmin ve tahrik edecek bir dilin kullanılması gerekmektedir. Risale-i Nur, zülcenaheyn bir tefsir olarak bu dili terennüm etmiştir.

ÜÇÜNCÜSÜ: Bu çağa hitap edecek bir dilin aynı zamanda yerel değil, evrensel olması gerekir. Oysa çağımızda İslâmı anlatmak için birçok ülkede üretilen dil, politik veya ideolojik bir dil olmuştur. Batı dünyası da o yüzden bu dile karşı hep soğuk durmuştur.

Bırakın Batı dünyasını, İslâm dünyasında bile, meselâ Mısır’da veya Hindistan’da üretilen İslâmî anlatım, Türkiye’ye taşındığında kardeşi kardeşe kırdırıyorsa böyle bir anlatım evrensel olabilir mi? Veya İslâmî olabilir mi? Heyhat!

Cihanşumûl bir dil odur ki, değil kendi dindaşlarımızla tarikatlar veya mezhepler ya da partiler arası bir savaşı, başka dinlerle dinler arası bir savaşı dahî körüklemez; kargaşa ve düşmanlık üretmez.

İşte, Risale-i Nur’un bir farkı da budur ki: Ne kızı vermiş, yani hakikatin namusunu çiğnetmiş, ne de dünürleri (ehl-i kitabı) üzüp İslâm ailesine düşman etmiştir.

Böylece hem Hıristiyan dünyasına hitap etmeyi ve onlara Kur’ân’ı dinletmeyi başarmış, hem de çatışma meydana getirmek için din farkını kullanan fesat şebekelerini cephanesiz bırakmıştır.

DÖRDÜNCÜSÜ: Çağdaş Kur’ân yorumcularının birçoğu İslâm için siyasete yaklaşırken Said Nursî (ra) burada da, İmam Hz. Hasan’a (ra) ve sevad-ı a’zama uyarak İslâmın izzetini, istiklâlini ve pozitif etkisini koruyabilmek için siyasetten uzaklaşmış, dinin zarar görmeyeceği, siyasetin ise fayda görüp istifade edeceği bir mesafede durmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri reformist değildir. Dinde yeni bir kural da getirmemiştir. Onun yaptığı, bozulanı tamirdir. Dinî orijinaline bakarak güncellemek, yani tecdittir.

Merhum Âkif’in ifadesiyle: “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı; Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı!” kabîlindendir. Bu noktadan bakıldığında Üstad Nursî’nin (ra) yaptığı şey aslında İslâmı güncellemekten ziyade, ayarları bozulan kafaları İslâm’a göre yeniden güncellemek olmuştur.

Hülâsa, Kur’ân’ın en temel hakikatlerini, bu çağın anlayışına uygun şekilde, politik veya ideolojik kalıplara hapsetmeden, gözle görünen somut (kevnî) âyetlerden yola çıkarak, akıl ve kalbi birden muhatap alarak, değil mezhepler veya gruplar arası, hatta dinler arası çatışmaya bile çanak tutmadan, müsbet bir dili kullanıp tesirli biçimde ifade edebilmesi sebepleriyle Risale-i Nur, Kur’ân’ın güncel ve cihanşümul bir sunumudur. Dolayısıyla istifade edilmesi gereken baş eserdir. (İslâmı güncellemek ve tebliği doğru yapmak isteyen başta “İslâmcı” hocalara duyurulur!)

Nitekim doksanlı yılların başında, altı Avrupa ülkesinde yapılan bir araştırma sonucunda, Papalık Meclisinin hazırladığı rapora göre Hıristiyan iken Risale-i Nurlar’ın tercü- mesini okuduktan sonra İslâmı seçenlerin oranı % 32’dir. 1 Avrupa’da dünyanın her yerinden gelmiş ve tebliğ hizmeti yapan bunca Müslüman gruplar içinde Risale-i Nurlar’ın tek başına en öne geçmesi, onun güncellenmiş, pozitif ve evrensel bir sunumu başardığının tescilidir. Yetmişin üstünde dünya diline tercüme edilmesi ve dünyada en çok okunan eserler arasına girmesi de bunun teyididir. Demek o, Kur’ân ve Sünneti çağımıza yansıtan aynaların en parlağıdır. Kudsî kaynakların en güzel tercümanıdır. Bu eserin müellifine muasırları boşuna “Bediüzzaman” dememiştir.

BEŞİNCİSİ: Bu asırda gaflete düşürecek esbap çoğaldığından Üstad Nursî (ra) diğer âlimlerden farklı olarak imana ve marifetullaha ağırlık vermiştir. Böylece “Huzûr-u Dâimî”yi kazandırarak iman merkezinde önce ferdi, sonra da toplumu yeniden inşa etmeyi hedeflemiştir.

Bugün insanlara “Allah var mı?” diye sorduğumuzda genelde “var” diyorlar. Fakat hayata baktığımızda sanki –hâşâ!– Allah yokmuş gibi, sanki –hâşâ!– hiçbir kitap ve peygamber göndermemiş ve insanı arzularına göre başıboş salıvermiş gibi bir manzara karşımıza çıkıyor. Düşünce, tercih, karar ve davranış mekanizmalarında “Vahyin İşletim Sistemi” yerine bilinçaltımıza yüklenen “Sekülerizmin İşletim Sistemi” kullanılıyor ve tam bir “Enaniyet” hüküm sürüyor. “Niçin bu yanlışı yapıyorsun?” diye sorduğumuzda: “Doğru olanı yapmak zorunda değilim. Mutluysam bitmiştir!” diyor. Veya “Yaptığım her şeyin çok basit bir izahı var: Canım öyle istiyor!” diyebiliyor.

İşte bu noktada, sadece kibrin değil, bencilliğin, zevkperestliğin, riyakârlığın, geçimsizliğin, merhametsizliğin, hülâsa bütün ahlâk-ı rezîlenin kaynağı olan enaniyeti eritmek ve kulluk şuurunu güçlendirmek üzere, sürekli ulûhiyeti öne çıkaran, her varlığa ve her olaya, Rubûbiyet-i İlâhiyeyi hatırlatacak bir uyarıcı gözüyle bakma melekesi kazandıran Risale-i Nur, problemi tam temelinden yakalamıştır.

Ayrıca iman ve kulluktaki kalbî ve ruhî yüksek hazları tattırması, aynı şekilde vicdanı eğiterek günahların içinde saklı peşin elemleri açığa çıkarması sebebiyle, peşin elem veya lezzete endeksli çalışan his ve hevesi kontrol edebilmeyi kolaylaştırmaktadır.

Örneklendirme kabîlinden sadece bir kısmını zikrettiğimiz bütün bu meziyetler, onun okunması için kâfi sebeplerdir. Kısacası Risale-i Nurlar, bu çağdaki en öncelikli ihtiyaçları giderecek kadar zengin bir hakâik-ı Kur’âniye hazinesidir.

SUAL: Peki, Bediüzzaman Hazretleri neden Kur’ân’ı baştan sona tefsir etmedi? Veya fıkhî konulara pek girmedi?

CEVAP: Bunu onun yapmasına gerek yoktu. Bunu yapan ve yapacak olan binlerce müfessir ve fakih (hukukçu) zaten vardı ve olacaktı. O, İslâmî düşüncede en çok kilitlenen kısımları açacak anahtarları vermekle yetindi. (Bunun bir örneği Münâzarât’tır.) Ve o, en elzemine yani % 50 imana ağırlık verdi. Tebliğ stratejisinde Kur’ân’a tam mutabık hareket etti. Zira iman bir elektrik gibidir. Yeterli voltajda akım sürekli sağlanırsa elinizdeki bütün cihazların çalışması mümkündür. Kesilir veya zayıflarsa cihazlarınız olsa bile düzgün çalışmaz.

Cây-ı dikkattir ki, Nur Sûresi’nin 25. âyeti, ilm-i cifir kullanılarak işarî manasıyla okunduğunda özetle şu mesajı vermektedir: Ahirzamanda birbiriyle beraber devreye girecek iki aydınlık var; harflerime dikkat edersen tarihlerini dahî görürsün. Biri maddî aydınlık ki, bu, elektrikle sağlanacak. Diğeri manevî aydınlık ki, bu da iman cereyanı verip dünyayı elektrik gibi aydınlatacak. Bu iki lütf-u İlâhînin hem vakitleri, hem de mahiyetleri birbirine benzer olacak! 2 İşte Bediüzzaman (ra), bu mesajın gereğini yerine getirmiştir.

Dipnotlar:

1) Yeni Asya, Kâzım Güleçyüz, 24/09/2006.
2) bk. 1. Şuâ, 1. Âyet.

Abdurrahman AYDIN

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*