İslâmiyet, adaleti ve hakikî hürriyeti câmîdir

Şeriat-ı Garrâ müsavatı ve adaleti ve hakikî hürriyeti cemî revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî â’sârı bu müddeâya delil-i alenîdir.

Dördüncü hakikat: Şeriat-ı Garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir. Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkînin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-u efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, Şeriat-ı Garrâ aynen maddî zîhayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsavatı, bahusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, Şeriat-ı Garrâ müsavatı ve adaleti ve hakikî hürriyeti cemî revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî â’sârı bu müddeâya delil-i alenîdir. Buna binaen, kat’iyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, su-i ahvâlimiz dört sebepten gelmiş:

1- Şeriat-ı Garrânın adem-i mürâât-ı ahkâmından,

2- Bazı müdâhinlerin keyfemâyeşâ su-i tefsirinden,

3- Zâhirperest âlim-i câhilin veyahut câhil-i âlimin taassubat-ı nâ-bemahallinden,

4- Su-i talih cihetiyle ve su-i intihap tarikiyle müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi hevâ ve hevese muvafık zünub ve mesâvî-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki, bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini ifa etse, memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse, sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdiyse, bu, heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor.

Beşinci hakikat: Zaman-ı sabıkta revâbıt-ı içtimâ ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşaub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüt etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misal, eski hükûmet-i müstebide, yeni hükûmet-i meşrûtadır.
Divân-ı Harb-i Örfî, s. 84

LÛ­GAT­ÇE:
şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlem: Kâinatın gelişmeye meyilli ağacı.
meylü’t-terakki: Gelişme, ilerleme meyli.
telâhuk-u efkâr: Fikirlerin birbirine eklenerek birikimi.
teşerrub: İçmek.
tegaddî: Gıdalanmak.
tevessü: Genişleme.
burhan-ı bâhir: Açık ve kesin delil.
sadr-ı evvel: İslâmın ilk zamanları, başlangıcı.
müsavat: Eşitlik.
cemî: Hepsi, bütünü, toplam.
revabıt: Rabıtalar, bağlar.
câmi: İçine alan, toplayan.
a’sâr: Asırlar.
tedenniyat: Gerilemeler.
su-i ahval: Kötü haller.
adem-i mürâât-ı ahkâm: Hükümlere riayet etmeme, uymama.
müdâhin: Dalkavuk.
keyfemâyeşâ: Nasıl isterse, keyfine göre.
taassubat-ı nâ-bemahal: Yerinde olmayan taassublar.
zünub: Zenbler, günahlar.
mesâvî-i medeniyet: Medeniyetin kötü halleri.
tuti: Dudu kuşu, papağan.
inhimak: 1- Bir şeye fazla düşkün olma. 2- Kapılma.
fevaid-i medeniyet: Medeniyetin faydaları.
tekessür: Çoğalmak.
teşaub: Kısımlara ayrılmak, şubelenmek.
fefennün: 1- Değişme. 2- Türlü türlü olmak. 3- Bir fende ihtisaslaşma.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*