İslâmiyet güneşinin parlayan yıldız huzmeleri

Bugün insanlığın en büyük problemlerinden birisi hayatın çok akıcı ve kompleks olmasından kaynaklanan sıkıntılardır. Kafa karışıklığı, stres, israf, hızlı hayatın getirdiği savurganlık, modern teknolojinin baskın gelme hamleleri bu alanda uç veren noktalar olarak dikkat çekiyor. Bireyden aileye, sokaktan millet ev halk kavramına kadar giden mutsuzluk, bedbinlik, karamsarlık, ümitsizlik ve olumsuzlukların mihverinde hep bunların belirtileri görülüyor. Sahasında uzman olanlarca sosyolojik açıdan yapılan bütün araştırmaların ve ilmî verilerin neticeleri bunlara işaret ediyor.

Kur’ân’dan uzaklaşan İslâm toplumlarının ana kaynağını bu konular teşkil ediyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da asra ve insanlığa ışık tutan Risale-i Nur Külliyatında bu meseleleri tesbit, izah ve çözüm yolları gösteren bir çok bölüm var. Bunların her birisinin sayılıp, tadat edilmesi çok zaman alır. Bu yazımızda şimdilik Kur’ânî açıdan ve İslâmiyetin esasları bakımından bazı tesbitler yapmaya çalışalım. İnşaallah faydaya medar olur.

İslâmın kendine has çok geniş hikmetli ve rahmet dolu bir hükümler ve prensipler sistematiği vardır. Bu temel esaslar hem bu dünyanın, hem de ahiret âleminin saadetini temin eden esaslardır. Bunun ötesinde bütün insanları, melekleri, cinnileri, şeytan ve ruhanileri de içine alan çok geniş bir ahkâmlar manzumesine sahiptir. Kâinatın yaratılması da, mükevvenat içerisindeki her varlık da aslında bir cihette “insana” hizmet için yaratılmış ve takdir edilmiştir. Her şey insanoğluna hizmetkârdır.

Bütün bunlara rehber ve yol gösterici de son elçi olan Hz. Muhammed’dir (asm). “Asr-ı Saadet“ olarak nitelendirilen insanlık tarihinin en mutlu, bahtiyar ve harika çağı bunun en büyük delili ve ispatıdır. Bu çağ ve devre insanlık için aynı zamanda en sıkıntılı ve zor anların tarih kesitleri arasındadır. Arap kavmi olarak tarihe geçen necip bir kavmi muhatap alan Kur’ân ve ahirzaman peygamberinin tesis ettiği İlâhî düsturlar insanlık tarihinin şeref levhalarıdır ve en güzide örneklerini oluşturmuştur. Bütün bu vahiy, kanun, emir, farz, sünnet, ahkâm, ahlâk.. vb. ifade ve tanımların meydana getirdiği manzumenin tamamını içine alan İlâhiliğin adı; “İslâmiyettir.” Ne mutlu kıymetini bilip onun ahkâmına büyük bir hassasiyetle uyabilenlere!

Bugün Müslümanlar olarak en büyük derdimiz, sıkıntımız, kusurumuz, noksanımız ona lâyık olamamak ve gerektiği şekilde İslâmiyeti “yaşayamamaktır.” Tatbikatındaki büyük boşluktur.

Bu alandaki problemleri bütün boyutlarıyla, sebepleriyle araştırıp, işin özüne inmek gerek. Dar daireden ve enfüsî konumdan başlayarak neden yeteri kadar bu ulvî prensipleri günlük hayata aktaramadığımızın çok ciddî boyutta sorgulanması gerekiyor.

Bunların başında her halde “İslâmî kavram ve terminolojinin” ruh, kalp, his dünyalarımızda yeteri kadar izahlarının yapılamadığı, idrak edilemediği, yerleşmediği ve zemin bulmadığı konusu öne çıkıyor görünmektedir.

İşin özüne niye inilemediği, eksikliklerin ve irade beyanı ve kullanımının neden başarılamadığı, İslâmî ruh ve heyecanı yakalayacak yol ve tarzın nasıl kavranabileceği konularının ciddî bir şekilde tahlile ihtiyacı var.

Toplum hayatındaki rutin gidiş, asrın büyük dehşeti, maalesef hepimizi menfi yönde etkiliyor. “Ülfet” denilen büyük hastalık bizi bizden uzaklaştırıyor. “Biliyorum ya!” havasındaki vurdumduymazlık veya “bilgiçlik” bizi yanlışa sevk etmeye devam ediyor.

…Ve “tiryakilik” denen illetle idrakin, ferasetin, hamiyetin, himmet ve şehametin dumura uğramasıyla karşı karşıya kalabiliyoruz.

Her zaman ve her konuda olduğu gibi bu konuya da asrın manevî tabibinin gösterdiği pencereden, semavî olan prensiplerden bakabilirsek, tefekkür edebilirsek, anlayıp kavrayabilirsek belki de müsbete ve çözüme bir adım daha atmış olabiliriz.

Bu alanda “Kur’ânî ve vahyî” yolun tercih ve tatbikinden başka bir çıkış yolu görünmüyor. İslâmiyetin bu asırda yaşanılabilirliğinin güzel örneklerle ortaya konulması gerekiyor.

Anadolu steplerindeki kendi toplumuzdaki devam eden “manevî uyanış” hamlesinin durmadan devam ettiğinin idrakindeyiz. “Şahs-ı manevî” teşkili ve tesirinin de farkındayız. Bunun biraz daha kuvvetlenerek devam etmesi en büyük emelimiz ve arzumuzdur.

Batıda da bunun büyük emareleri görünüyor. Avrupa’nın manevî yüzü ve çehresi değişiyor. Şubat-Mart aylarında kırk beş günümü sarf ettiğim Avrupa’da bu defa yirmi günlük “okuma programı” ve araştırma yapmak üzere tekrar İngiltere, İsveç, Norveç yollarındayım. Tarihi boyunca İslâm’a karşı her türlü desise ve planı kullanmış olan İngiltere’nin bütün şehirlerinde İslâmın nişanesini açıkça görmek mümkün. Londra’nın kuzeyindeki üç yüz bin nüfuslu Leicester şehrinin % 15’ini teşkil eden Müslüman nüfusun bu şehirde meydana getirdiği manevî atmosfer adeta burasını İslâm diyarı yapmış gibi. Burada bulunan ve ağırlığını akademisyen kardeşlerin meydana getirdiği Risale-i Nur şahs-ı manevisindeki inanç, heyecan, aşk ve şevk asrın tabibinin haber verdiği istikbal kıt’alarının müjdelerinin ayak seslerini hatırlatıyor. Sadece bu şehirdeki altmıştan fazla cami; tam tesettürlü kız lisesi; temizliği, mimarisi, nezafet ve zarafeti ile tam bir ilim merkezi ve içersinde sadece dinî eğitim gören kız-erkek, bay-bayan binden fazla Müslümanın şenlendirdiği, aynı zamanda medrese olan Hz. Ömer Camii sadece birkaç örnek. Görevli kardeşin iki tane Türk çocuğunun burada hafız olarak yetişip Türkiye’ye döndüğünü söylemesinin bahtiyarlığı, işin ne boyutta olduğunu gösteren bir başka sevinç kaynağıydı.

“Gelen neslin kapısında durmayacak” basiret ve imanın yeşerip çoğalması, “on üçüncü asrın minaresinin başından bağıran sesin” tecellisinden başka bir şey değil. İstikbale ait olan ümidimizin artarak devam etmesinin emareleri ilham kaynağımızın doğru ve haklı olduğunu gösteriyor. Bu ümit ve gelişmenin artarak devam etmesi dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*