İşte Müslüman Türkiye

Türkiye son günlerde anlamlı buluşmalara sahne oldu: Ankara’da Risale-i Nur Gençlik Şöleni ile Hasan el Benna ve Müslüman Kardeşler Sempozyumu… Gaziantep’te Peygamber Yolu Sempozyumu… İstanbul Kazlıçeşme’de Peygamber Sevdalıları toplantısı ve Yavuz Selim Camiinde hafızların icazet merasimi…

Bunların ikisi Kutlu Doğum programlarının, Gençlik Şöleni Bediüzzaman’ı anma etkinliklerinin, icazet merasimi tarihî bir geleneğin devamı iken, İhvan sempozyumu ise orijinal bir ilk.

Hepsinin ortak özelliklerinden biri, kalabalık ve coşkulu katılımlarla gerçekleşmesi. Peygamber Yolu ve İhvan sempozyumlarının ise İslâm dünyasından temsilcilerin iştirakiyle yapılması.

Bu durum öncelikle iki şeyi gösteriyor.
Biri: Türkiye’de çok canlı ve dinamik bir İslâmî potansiyel var. Kur’ân ve Hz. Peygamber ile (a.s.m.) onun manevî vârisi vasfını taşıyan zatlar adına düzenlenen her etkinlik, ekseriyetini gençlerin oluşturduğu kitleleri cezbediyor.

İnsanlar akın akın bu toplantılara koşuyorlar.
Bu da bizi bir defa daha “Müslüman Türkiye” gerçeği ile yüz yüze getiriyor. Demek ki, bizi bu kimliğimizden uzaklaştırmak için yapılan onca tahribata rağmen, bu gerçek değiştirilememiş.

Bu bağlamda özellikle gençlerin İslâm kimliğine sahip çıkmaları, son derece dikkat çekici.
Hele, bu ülkede bir zamanlar yürürlüğe konulan eğitim programları ile “Kur’ân’ı kendi eliyle yok edecek bir nesil yetiştirme” planlarının tatbik sahasına konulmuş olduğu hatırlanırsa…

İkinci nokta: Türkiye’nin bu tür organizasyonlarda artık İslâm âlemine de açılmaya başlaması ve bu anlamda tüm Müslümanları kucaklayan bir fikrî, entelektüel platforma dönüşmesi.

Aslında bu süreç yeni değil, öncesi var.
Bilhassa yıllardır düzenli ve istikrarlı bir şekilde devam eden Bediüzzaman’ı anma programları, bir hüsn-ü misal oluşturarak, farklı konularda yapılan benzer etkinliklerin önünü açtı.

Zaman içinde uluslararası boyutta Risale-i Nur kongreleri tertiplendi ve bunlar başka ülkelerde de aynı paralelde programlara yol açtı.

Diyanet’in, ilkini 1993’te düzenlediği Din Şûrâları ile, ardından başlattığı Avrasya toplantılarının da bu süreçte önemli bir yeri bulunuyor.

Derken, çeşitli vakıf ve dernekler adına organize edilip, zaman içinde olağanüstü bir yoğunluk ve çeşitlilik kazanan etkinlikler yapılır oldu.
Hem yerel, hem uluslararası çapta.

İmkânlar gelişip, organizasyon tecrübesi arttıkça, bu tür programlar da giderek çoğalıyor.
Böyle buluşmalar, hem kitlelerin olumlu anlamda motive olmasına katkı sağlıyor, hem Müslümanlar arasındaki kardeşlik ve dayanışmayı pekiştirme vesilesi oluyor, hem de genel anlamda örgütlü sivil toplumu kuvvetlendiriyor.

Fıtrî bir seyir içinde gelişen bu olgu, her bakımdan son derece sevindirici ve ümit verici.

Süreç sağlıklı bir zeminde ilerledikçe, eksikler tamamlanıp, şu veya bu sebeple yapılabilen hatalar düzeltilerek telâfi edilecek; aşırılıklar törpülenip bir itidal çizgisine gelinecek; zayıf halkalar güçlenecek; boşluklar dolacak; yeni bağlar kurulacak ve İslâm kardeşliği mânâsı tamamen sivil bir ağ üzerinden lâyıkıyla tahakkuk edecek.

İttihad-ı İslâm ideali de böyle gerçekleşecek.

Yeter ki, ard niyetli müdahalelere ve yönlendirip saptırma girişimlerine; enaniyet, haset, kıskançlık ve rekabet kaynaklı sürtüşmelere fırsat verilmesin; ihlâs, samimiyet, muhabbet ve kardeşlik duyguları içinde herkes kendi mesleğinin muhabbetiyle hizmetlerine devam etsin.

Kimse kimseyi dışlayıp yok saymasın.
Ve kimse kimseye tahakküm etmesin.
İman kardeşliği ortak paydasında buluşmanın ve hakka hizmet hedefinde birleşmenin verdiği muazzam güç ve potansiyeli iç çekişme ve sürtüşmelerde harcayıp ziyan etme devri kapansın.

Tam tersine, o potansiyel, huzura hasret insanlığa Kur’ân’ın evrensel ve kurtarıcı mesajını en güzel şekilde ulaştırmak için değerlendirilsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*