“İstersen bu akşam bizim kulübe gidelim!”

Bakın komşum ve Barbaros Hayreddin Paşa’nın manevî torunu, aynı zamanda gemi kaptanı çok fedakâr ağabeyim, Haki Beyle, bundan bir süre önce, Salı günü benim mutad programım olan Hacı Bayram civarındaki 27 numaradaki Risâle-i Nur dersinde buluşmayı kararlaştırmıştık. Bu onun ilk ziyareti olacaktı. Hâliyle o da çok merak ediyordu. Zira burası Ankara’nın en eski dershanesi.

Belirttiğimiz saatte Haki Bey geldi ve öğlen namazını müteakip yapılan ders ve çorba ikramından sonra 27’den 28’e gidecektik. 28 numaralı dershane dediğimiz ise Kızılay Meşrûtiyet Caddesi’ndeki gazetemizin Ankara Temsilciliği idi. Orada da Salı akşamları 18.30’da mutad olarak yapılan derse iştirak edecektik. Ancak espiri olsun diye biz her hafta 27 numaralı dershaneden buraya geldiğimizden, burayı 28 numara olarak isimlendirmiştik. Nitekim buranın kapı numarası 24 ve apartmanın da 8. katında olduğundan ikisinin kombinasyonu olarak 28’i uygun görmek mümkün de… İşte böylece önce 27 numarada, sonra da 28 numaradaki derslere iştirakimizin ardından, Haki Beyle birlikte bir otobüse atlayarak Keçiören Sanatoryum Caddesi’ndeki Çağrı dershanesine gidiyorduk. Soranlara 29 numaraya gidiyoruz diyorduk. Zira buranın kapı numarası gerçekten de 29 idi…

Bu düşüncelerle Çağrı dershanesine gitmek üzere belediye otobüsüne binmiştik, fakat otobüs her zaman olduğu gibi yine tıklım tıklımdı… Otobüsün orta kısmında kendimize bir yer bulmuştuk ki, etrafımızı hep gençlerin sarmış olduğunu fark ettik. Haki Bey dayanamayıp “Bu kadar genç bir arada nereye gidiyorsunuz?” diye soruverdi. Onlar da maça gittiklerini söylediler. Bunun üzerine “Biz de maça gidiyoruz!” deyiverdik. Bu sözümüz, gençlerin dikkatini çekti. Ben de söze devam ettim ve “Evet, ebedî hayatımızı kazanmak veya kaybetmek maçı olan Risâle-i Nur sohbetine gidiyoruz” deyince, gençler kafalarını manidar bir şekilde sallayarak derin bir düşünceye daldılar. Bu arada otobüsümüz de Çağrı Dershanesinin yanındaki durağa geldiği için gençlere “Allah’a emanet olun” diyerek otobüsten indik.

Otobüsteki bu konuşmalar, yetmişli yıllarda, Adana’da Yeşilevler mahallesinde rahmetli Abdulvehhap Biçer Ağabeyin evindeki Risâle-i Nur sohbetlerinde Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nden gelip, dersimizde bulunan Bursa Ulu Camii imamlığı da yapmış olan Mehmed Erdoğan Ağabeyin anlattığı Kayseri’de yaşanan bir olayı hatırlamama sebep oldu.

Bir ağabey otobüs durağında sohbete gitmek için beklerken, uzaktan tanıdığı, pek samimiyeti olmayan birisi de, otobüs durağına geliyor. Gelen arkadaşına nereye gittiğini sorunca, dinle imanla hiç ilgisi olmayan bu kişi “Kulübe gidiyorum” diye cevap veriyor. Bunun üzerine kulübe gidecek olan bu kişi, ağabeye soruyor: “Peki sen nereye gidiyorsun?”… O da bir an tereddüt ettikten sonra, cevap veriyor: “Ben de kulübe gidiyorum…”

Kulüp deyince, karşısındakinin dikkatini çekiyor. Ağabey devam ediyor: “İstersen bu akşam bizim kulübe gidelim” diyor. Bunun üzerine kulübe gidecek kişi, “Bu akşam da değişik bir kulüp olsun” diyerek teklifi kabul ediyor ve aynı otobüse biniyorlar. Dershaneye yakın bir durakta indiklerinde biraz önce kulübe gidecek olan kişi, “Demek ki benim bilmediğim kulüpler de varmış” diye içinden düşünmeye başlıyor. Bu halde, dershaneye varıyorlar. O gün de Ankara Üniversitesi’nden gelen talebeler olduğundan dershane oldukça kalabalık imiş. Kulübe gidecek olan bu kişi, dershaneye vardıklarında elinde olan sigarayı hiç söndürmeden içeri giriyor. Bunun üzerine oradaki kardeşler de bir çay tabağı vererek, içindeki külleri buna koyabileceğini söylüyor ve hiç ses etmiyorlar. Bu arada ders başlıyor ve bu kişi pür dikkat dersi dinliyor.

Dersin sonunda, dersi yapan kardeş, “Sorusu olan varsa, sorabilir” deyince, kulüpçü misafir söz istiyor… “Ben buraya tesadüfen arkadaş vasıtasıyla geldim. Ben Kur’ân’ın, İncil’in ve Tevrat’ın Türkçesini okudum. Fakat bunların hiçbiri beni tatmin etmeye yetmedi. Müsaade ederseniz bir kaç soru sormak istiyorum…” diyor… Kardeşler de “hay hay” diyerek dinliyorlar…

Bunun üzerine kulüpçü sorularını sıralamaya başlıyor. “1. soru: Kur’ân’ın görüşüyle Felsefe’nin görüşü arasındaki fark ve ilişki nasıldır?” Bunun üzerine kardeşler hemen Sözler’den Kur’ân ile Felsefe’nin karşılaştırıldığı bahsi açıp birinci cümleyi okuyunca, bu kişi hemen eline kâğıt kalemi alıp bu cümleyi not etmek için müsaade istiyor. Kardeşler bunun üzerine “Biz paragrafı bitirelim, sonra hepsini not edersiniz” diyorlar. Bu kişi okunan her cümlede adeta hazine bulmuş gibi sevinerek, bir kaç soru daha soruyor. Her sorusuna muknî bir cevap alınca, sonunda herkesin gözü önünde şehadet getirerek, “Ben şimdi Müslüman oldum. Lütfen siz de şahit olun” diyor… Daha sonra bu kitapları nasıl temin edeceğini soruyor. Bu kardeşler de “Bu kitaplar Osmanlıca yazılmıştır, size biz küçük kitaplardan verelim kolay okursunuz” diye mukabele ediyorlar. Bu kişi de, “Hiç sorun değil, ben hemen yarın bir Osmanlıca-Türkçe sözlük alırım, her yazılanı çözerim” deyince, kardeşler de bu kişinin samimiyetini anlıyorlar. Neticede o gece saat 01.30’da bütün Külliyat’ı ve bir de Lügat alıp, evine büyük bir heyecanla gidiyor…

Eve varınca abdest alıp namaza duruyor. Gürültüyü duyan hacı babası uyanıyor ve kapı aralığından oğlunun namaz kıldığını görüyor. Yaşlı baba gözlerine inanamıyor ve kızını uyandırıyor. “Kızım bak, ağabeyin ne yapıyor?” diyerek kapı aralığından kıza manzarayı gösteriyor. Kızı da “Baba ne yapacak işte namaz kılıyor” deyince hacı babanın hayreti artıyor.

Hacı baba bu manzaradan sonra heyecanla sabah ezanını bekliyor. Ama gece gördüklerine de bir türlü inanamıyor. Kendi kendine, “Acaba ben bunadım mı?” diye soruyor. Bu sırada sabah ezanı okunuyor ve oğlunu takip ediyor. Koridorda oğlunu kollarını sıvazlamış abdest almaya hazırlanırken görünce artık dayanamıyor ve “Oğlum bu ne vaziyet, gözlerime inanamıyorum. Ne oldu sana, yolda meleklerle mi karşılaştın? Çabuk söyle, kalbim duracak, ne oldu sana?” diyor… Oğlu da cevaplıyor: “Baba ben bu gece bir yere gittim. Bunlara Nurcu diyorlar. Benim bütün sorularıma cevap verdiler ve ben de tatmin oldum ve Müslüman oldum. Böylece hemen namaza başlamaya karar verdim…”

Bunun üzerine hacı amca, “Oğlum demek ki senin gibi yanlış yolda bulunanları düzeltecek insanlar hâlâ yeryüzünde varmış” diyerek sevinç gözyaşları döküyor ve “Bu insanları yarın yemeğe dâvet et de tanışalım” diyor.

Kardeşler dâvete icabet ederek ziyarete gidiyorlar. Baba, yemekte anlatıyor: “Bu çocuk lisede namazını kılardı. Ne zaman üniversiteye gitti, orada önce namazı, sonra Cumaları terk etti. O hâle geldi ki, Peygamberimizden (asm) bahsederken haşa ‘Hazreti’ kelimesini bile kullanmayı kabul etmiyordu… İşte bu vaziyetten sonra sizinle tanışınca tekrar namaza başladı… Beni ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz…”

Allah’a emanet olun…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*