İstişare dersleri

Beş hafta önce, 22 Mayıs günü bu köşede yayınlanmış olan “Haklı şûrâ” başlıklı yazımızın son paragrafı şu şekildeydi:

“Uhud savaşı ve mağlûbiyeti sonrasında nâzil olan âyette Peygamberimize verilen ‘Allah’tan bir rahmet sebebiyledir ki, sen Ashabına yumuşak davrandın. Eğer kötü huylu ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için Allah’a istiğfar et ve onlarla iş hususunda istişare et’ (Âl-i İmran: 154) mesajlarından bizim de alacağımız çok dersler var.”

 

Aktarılan âyetin numarasını 159 olarak düzeltelim ve o derslere biraz daha detaylı bakalım:
Bilindiği gibi, istişare bahsi açıldığında, birçok derslerle dolu bir tatbikat örneği olarak Uhud Savaşı hep gündeme gelir. Bu derslerin en çok tekrar edileni, savaş öncesi yapılan meşverette Peygamberimizin (a.s.m.) müşrik ordusuna Medine’de müdafaa konumunda kalınarak mukabele edilmesinden yana olduğu halde ekseriyet “Cephede savaşalım” deyince o karara tâbi olması ve sonra onların “Resulullah’a muhalefet ederek yanlış yaptık, kararımızı düzeltelim” demelerine rağmen bu talebi “Hayır, bir Peygamber zırhını giydikten sonra çıkarmaz” diye reddetmesi.
Bu tavır, kendi şahsî fikrine aykırı da olsa istişareden çıkan karara ne pahasına olursa olsun sahip çıkma dirayet ve kararlılığının bir ifadesi.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli inceliklerden biri, kendi görüşünün rağmına çıkan meşveret kararına herkesten fazla sahiplenen kişinin, tartışmasız lider konumundaki Peygamberimiz olması. Üstelik heyete teklif ettiği görüşün bir önceki gece gördüğü rüya ile de teyid edilmesi. Ve onun rüyası bizimkiler gibi değil, sadık.
Ama buna rağmen, rüyayı bir hüccet olarak görmeyip, istişarenin kararını ona tercih ediyor.
Çıkan kararı meşveretin diğer üyelerinin de sahiplenmesi önemli, ama özellikle liderin, üstelik kendi görüş ve teklifine aykırı olduğu halde, heyet iradesine teslim olması çok daha anlamlı.
Bu, hepimizin örnek alıp kendi hayatımızda da hassasiyetle tatbik etmemiz gereken bir tavır.
Ve “İman ne kadar mükemmel olursa o derece hürriyet parlar” diyen Üstadın, hemen ardından “İşte Asr-ı Saadet” diyerek gösterdiği adresteki muhteşem örneklerin en güzellerinden biri.
Uhud Savaşının sonraki safahatında yaşananlardan çıkarmamız gereken başka dersler de var.
O süreçte neler olmuştu, hatırlayacak olursak:
Savaşın ilk etabı Müslümanların lehine neticelenip müşrik ordusu bozguna yüz tuttuğunda, “Ne olursa olsun, burayı terk etmeyeceksiniz” talimatının muhatabı olan okçular başta olmak üzere, İslâm ordusunun mensupları erken bir zafer coşkusuna ve ganimet telâşına kapılınca, olanlar oldu. Halid bin Velid komutasında pusuda bekleyen Mekke müfrezesi, mevzilerini terk eden okçuların açtığı gedikten girip Müslümanları arkadan vurdu, durum tersine döndü, Resulullah’a benzeyen bir Sahabenin şehit edilmesi üzerine yayılan “Muhammed öldü!” şayiası Müslümanlar içinde bir panik havası doğurdu…
Bu son derece zor ve kritik kırılma anlarında, bütün olumsuzluklara rağmen savaşa devam eden 14 Sahabenin sebat ve metaneti vaziyeti kurtardı, mağlûbiyetin mutlak bir hezimete dönüşmesinin önü alındı ve tekrar denge sağlandı.
Ama sonuç olarak Peygamberimiz yaralandı ve büyük acılar çekti, amcası Hz. Hamza (r.a.) başta olmak üzere birçok güzide Sahabe şehit düştü, Müslümanlar çok ağır kayıplara uğradı…
Meşverette “Savaşalım” diye ısrar edenlerin çoğu savaşın gereklerine uygun davranamazken, bilhassa okçuların emirlere uymaması bu hazin neticeyi ortaya çıkardı. Ama buna rağmen Peygamberimiz onlara karşı hesap sorucu bir tavra girmedi, aksine kucak açıp şefkatle muamele etti.
Ve onun bu güzel tavrını övüp, “Katı davransaydın dağılıp giderlerdi” diyen Rabbimiz, Peygamberimize “Artık onları affet, onlar için Allah’a istiğfar et ve bundan sonra da işleri onlarla istişare ederek yapmaya devam et” mesajı verdi…
Bir önceki istişarede alınan kararın gereklerini tam olarak yerine getirememenin yol açtığı ağır bilanço ortadayken ve bizim düz mantığımıza göre bu durum mutlak bir hesaplaşmayı gerektirirken, Peygamberimizin öyle yapmayıp Sahabelere yumuşak davranması ve bu tavrının Rabbimiz tarafından takdir edilmesi ne kadar anlamlı.
Çünkü hayat devam ediyor. Öyle olunca hep ileriye bakmak gerekiyor. Ve geçmişe takılıp, oradan “hesaplaşma adına” sürekli husumetler üreten bir tavırla geleceğe yürümek mümkün değil.
Geride kalan hadiselere, ancak hataları tesbit ederek bir daha tekrarlamama dersi çıkarmak ve bunun gereklerini de uygulamak için bakılmalı.
Önceki istişareden sonra yaşananlar, müteakip istişareye ışık tutacak şekilde analiz edilip, yine haklı şûrâ ve meşveretle yola devam edilmeli.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*