İttihad-ı İslâm: Önce imân ve ibâdet birliği

“Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılınız. Sonra dağılır ve gücünüz kaybolur”1 âyeti, bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâm, yâni Müslümanların birliği2 olduğunu hatırlatır. Bir başkasında da, “Onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır”3 buyurularak kardeşliğin ve dostluğun gereğinin yine birlikten, ittihaddan geçtiği vurgulanır.

Mücessem Kur’ân olan kâinattaki zıt olan eşya ve varlıklar arasındaki ittifak ve yardımlaşma dahi ittihadı mütemadiyen ders vermektedir. Bazı Müslüman cemaatler, bu ve benzeri hükümlere dayanarak Müslümanların birliğini öncelikle “siyaset”te aramışlardı: Ülkenin siyasî birliği temin edilirse, ittihadın diğer noktalarda da gerçekleşebileceğini sandılar. Her ne kadar “ittihad-ı İslâm” mefhumu, siyâsî birliği çağrıştırıyorsa da; aslında Müslümanların öncelikle imân, fikir, ibâdet, ilim, duygu birliğini ifâde eder. Eğer, imân, ibâdet ve fikir birliği yoksa, içtimâî ve siyasî birlik de gerçekleşmez. Çünkü, imân erkânı, İslâm şartları, ibâdetler, emir-nehiy ve prensipleri birbirine bağlı, biri diğerini takviye ediyor, birbirini tamamlıyor.
İttihadın temel taşı “imân”dır. Yâni, imân şartlarını doğru anlamak ve Kur’ân’nın tarif ettiği tarzda öğrenerek yaşamak; mârifet-i İlâhîyi, tevhid-i hakikiyi elde etmektir. Şüphesiz ki, sadece, “Ben kalbimle inandım, dilimle ikrar ettim” diyen, hakikî imâna kavuşamaz. Kur’ân, mü’minleri hakiki imâna çağırır. Yoksa, imân edenlere “Mü’min” denildiğine göre, Kur’ân’ın “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba îmân ediniz…”4 diye emrederek, inananların “gerçek imâna” kavuşmaları için tahşidat yapması, malûmu i’lâm olmaz mıydı? Öyle ise bu, “Taklidî imânı terk ederek, tahkikî imânı elde ediniz” demektir. Şu halde gerçek ittihad da ancak “tahkikî imân” ile sağlanabilir.
Aslında her şeyin “imân-inanç” olması meselesi sadece Müslümanlar için sözkonusu değildir. Hangi din veya ideolojide olursa olsun, asıl olan “inanç ve fikir”dir. Bacon, imânı birinci sıraya, tecrübeyi ikinci sıraya alarak, tecrübenin yanında bir de bâtınî tecrübeyi kabul ederek5 buna işâret eder.
Toplumun inançlarında meydana gelen aşınma, zaaf veya şüpheler; ferd, âile ve sosyal hayatın bütün katmanlarına sirâyet eder. Öyle ise, siyasî birlikten önce, “imân” birliği gerekiyor. “İmân” şartlarının kafa ve gönüllere nakşedilmesi, Allah’ın azametinin zihinlere yerleştirilmesi, ibâdetlere inkıyadı getirir. İslâm şartları da, âhiret saadetinin yanında, dünya işlerinin tanzimine, şahıs ve toplum olarak (programlanmaya), olgunlaşmaya sebeptir.6 Meselâ, Allah yolunda maddî-mânevî cihad ile “savaş”, cömertlik ve cesâreti gerektirir. Cesâretin menbaı ise imândır. Nefsini namaz ve cihad için camiye, kütüphaneye koşturamayan, cihad ve harp meydanına atamaz! Demek öncelikle imân esasları, Esmâ-i Hüsnâ gibi Kur’ânî mefhumlar, ibâdet ve sâir prensiplerin zihin ve gönüllerde tespit edilmesi zarûri.

Dipnotlar:

1- Âl-i İmrân Suresi, 103.

2- Divân-ı Harb-i Örfî, s. 67.

3- Ahzab Suresi, 5.

4- Age, Nisâ Suresi, 136.

5- Prof. Dr. İrfan Yılmaz vd., İlim ve Din, İst., 1998, c. 1, s. 268.

6- İşârâtü’l-İ’câz, s. 140.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*