İttihad-ı İslâm…

Image
Bediüzzaman’ın 1947 yılından itibaren Türkiye ve dünya siyaset hayatının yakın ve uzak hitaben neşrettiği mektuplarında Avrupa ile münasebetlerin durumunu, hükümetin dış politikada takip edeceği temel düsturları yetkililere ders veriyor.

Onun Kur’ân ve Sünnetten çıkardığı “ahirzaman atlasını” bilmeyenler, onun gerek Avrupa, gerek Hıristiyanlık ve gerekse geleneksel dış politika ilgili görüşlerini anlamada büyük sıkıntı çekeceklerdir. Meselâ, milletimizin İstikbalini Ermenilerle izzetli barışa bağlayan Bediüzzaman’ı hariciyemiz ne kadar anlayabilmiştir… Yine Avrupa hükümetlerinin bundan böyle ittihad-ı İslâma taraf olacaklarını ve hatta Avrupa barışının teşekkülüne şarktaki barışı temellendirmesini Risâle-i Nur’u okumamışların anlayabilmesi gayet zordur. Merhum Menderes ile Said Nursî arasında mekik dokuyan merhum Tahsin Tola ve yine merhum Gıyaseddin Emre gibi kıymetli milletvekillerinin fedakârane gayretleriyle Demokratlar dış politikada isabetli bir çizgi takip etmişlerdir.

Menderes sonrası 1965’te iktidara gelen Demokratlarla o dönemin Nur Talebeleri arasındaki sıkı münasebetler, AP dönemlerinde de bu çizginin devamını netice vermiştir.

İttihad-ı İslâmın anlaşılabilmesi için evvelâ Birinci ve İkinci Avrupa tanımlarının öğrenilmesi gerekiyor. Sonra 1945 sonrasında gelişen Avrupa şartlarının… Sonra Hz. İsa (a.s.) ve Hıristiyanlığın bu zamandaki büyük rolünün… Sonra AB’nin mahiyetinin… Sonra komünizm, sosyalizm ve bolşevizm halinde kurumsallaşmış global dinsizlik arasındaki tarihî ve aktüel anlaşmaların… Daha sonra Kürtlerin ve Arapların ittihad-ı İslâmdaki rollerinin… Daha onlarca önemli maddeler halinde sıralayabileceğimiz temel prensipleri Bediüzzaman’dan öğrenmeyen ve hatta bazan siyasal İslâm refleksinin, bazan enaniyetin ve bazan da Kemalistlerden korkmanın neticesiyle Bediüzzaman’a dudak büken siyasî kadroların, dış politikada da muvaffak olması mümkün değil.

Bazı mukaddes tabirlerin şeklen ağızlarda dolaşması ve içi boşaltılmış olarak siyasette kullanılması her Müslümanı üzmelidir. Dünyadaki bütün şartlardan bîhaber, hayâlî, mazideki muhallere takılı ve menfaatini merkezîleştirerek ittihad-ı İslâmı dâvâ edenleri hayâlen de olsa İslâm coğrafyasında gezdirmekte fayda varz. Darfur’a, Mogadişu’ya, Orta Asya’ya, Afganistan’a, Kafkaslar’a, Irak’a ve Suriye’ye şöyle bir göz atalım. Aden, Sana sahillerinden Fizan çöllerine kadar hayâlî bir seyahat edelim. O topraklarda fitne ateşini yakanların, ihtilâllerle parmak karıştıranların ve sonra da semavî bir belâ gibi mütemâdiyen bombalayanların kimliklerini araştıralım. Bu coğrafyalara yönelik kararların alındığı adreslerin ve hakikî aktörlerin mahiyetlerini inceleyelim.

Düne kadar ittihad-ı İslâm coğrafyasını tetikçi diktatörleriyle kontrol edenler, bugün daha dehşetlisini yapıyorlar: Onlarca seneler sürecek şekilde kaos tarzındaki işgallerle Müslümanların kanlarını, canlarını, namuslarını ve servetlerini satın alınarak eğitilmiş tetikçileriyle pay ü mal ediyorlar. Ve maalesef bu global saldırgan dinsizlik cereyanı bir şirket mantığıyla çalışıyor. Neoliberallerin fonlarıyla etki altına alınmış BM, NATO ve kısmen AB’de görevli operatörlerle İslâm coğrafyası adeta Birinci Dünya Savaşı zulmünü tekraren yaşamaya mecbur bırakılmış.

Gerçek şu ki, Bediüzzaman’a arkasını çevirerek Bediüzzaman sevilmiyor. Kemalizm ile hiçbir karede barışmayan Bediüzzaman’ı okumadan ittihad-ı İslâmı konuşmak, abesle iştigal mânâsına gelir. Çünkü projenin zamanımızdaki mimarı Risâle-i Nur’dur. Ümit ederiz ki, yeni hükümetin üyeleri seleflerinin hatasına düşmez, Avrupalı ve Amerikalı hakikî demokrat, Hıristiyan ve insaniyetperverlerle ittifak ederler ve dünyamızı fevkalâde büyük bir felâketten kurtarırlar. Teşhisin yanlış olduğunu anlayıp doğru muhataplarını aramaya koyuldukları gün, ferecin başlangıç süresi sayılabilir. Aksi takdirde Allah korusun Müslümanlar da kurtuluşu kıyametten bekleyeceklerdir…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*