İttihad-ı İslâmın önemi ve şartları

Image
Görünüş itibariyle; dünyanın büyük ölçüde fesada, anarşiye, teröre, haksızlığa, zulme ve gaddarlığa bulaştığı bir zamanda aslında kuvvetli bir çıkış yolu var. Başta Müslümanlar olmak üzere insanlığa yepyeni ufuklar açacak bu yol “İttihad-ı İslâm”dır.

 

Peki, “İttihad-ı İslâm” nedir? En başta bunun tarifi yapılması ve ardından da tatbikinin yapılması gerekir. Bu konuda Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan çıkardığı, arzîlik yerine semâvîliği ve İlâhîliği ön gören “İttihad-ı İslâm” konusunun şartlarını çok iyi tahlil edip üzerinde düşünmek gerekir.

“Semavîlik ve İlâhîlik” ifadelerini özellikle kullanıyorum. Çünkü gerçekten tahkikî iman sahibi olması gereken Müslümanların da büyük ölçüde maddîlik, batıcılık, modernite, medenîlik… vb. adlar altında çok büyük yanlışlar anaforuna tutulduğunu görüyoruz.

İslâm kardeşliği ve ihlâs başta olmak üzere; muhabbet, sevgi, sadakat, istikamet, aşk, şevk ve metanetin gönül, kalp, ruh ve hislerde yerleşmesi çok çok elzem. Bunu gerçekleştirecek olan kudsî Ramazan ayı gibi bir muazzam ortamda bulunuyoruz. Bu, biz inananlara Allah’ın büyük lütfu. Böyle bir zamanda bile bir kısım değil bir çok Müslümanın ve cemaat ferdinin umulmayan ve beklenmedik bir tarzda aşırı derecede “dünyevî”, özellikle de “siyasî” konulara yoğunlaşması oldukça manidar. Manidar olması kadar da üzüntü ve esef verici bir durum.

Bu illetten kurtulmanın yolu, Müslümanların Kur’ânî hakikatlere yönelmesidir. Bunun için ilk ve tek çıkar yolun da işin “siyasî” boyuttan yani “dünyevîlik” düşüncesinden çıkarılmasıdır. Siyasî rant elde edeceklerin oyunlarına âlet olup, değirmenlerine su taşıdığımız müddetçe bu sıkıntıdan kurtulmamız—çok net söyleyelim—imkânsızdır! Çünkü “İttihad-ı İslâm” o büyük Üstadın programına alınmışsa—ki, alınmış—Nur Talebesine düşen bunu tahakkuk ettirmek için samimî gayret ve onun gösterdiği metod ve tarz ile hareket etmektir. Onun yollarını yapmaktır. Ona mani olacak arızaları gidermeye çalışmaktır. Hoş görülü, sabırlı ve geniş olmaktır. Başkasını değil ilk önce kendi nefsini suçlamak ve kusurları onda aramaktır. Küfrün ve dalâletin parçalanması için kesin şart budur. “İttihad-ı İslâm!”

İşte Aziz Üstadın dilinden “İttihad-ı İslâm”ın o şartları:

“İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale mümted bir meclis-i nurânîdir ki, el’an üç yüz milyondan fazla bulunur ki, gafletinden nâşi gayr-i meş’ur bir surete girmiş olan bir rabıta-i metîn ile birbiriyle merbutturlar. Misak-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o cemiyete dâhil olmuşuz. Ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi Resul-i Ekremdir (asm), kanun-i esasîsi Kur’ân-ı Azîmüşşan’dır.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 514/5) Yani, İslâm birliği; doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan nuranî bir meclistir ki, şu anda iki milyara yakın müntesibi bulunan, fakat gafletten dolayı anlaşılmayan şuursuz bir şekil almasına rağmen birbiriyle çok sağlam bağlantıları olan bir hakikattir. Ruhlar âlemindeki iman ve söz vermekle bu birliğe dâhil olmuşuz. Bir Allah’a inanıyoruz. Onun için ittihada muhtacız. Bu birliğin şubeleri bütün mescidler, medreseler, tekkeler ve zaviyelerdir. Bu birliğin reisi Resûl-i Ekrem’dir (asm), anayasası Kur’ân-ı Azîmüşşan’dır.

“Bütün efrat mabeynindeki rabıta-i nuraniyeyi şuurî bir surette ihtizaza getirmekle, bütün o şubelere ifaza-i nur etmek zamanı gelmiştir.” (Age) Yani, bütün Müslümanlar arasındaki nuranî bağı şuurlu bir şekilde harekete getirmek, bütün şubeleri İslâm’ın nuruyla feyizlendirmek zamanı gelmiştir.

“İşte, kâbe-i saadetimiz olan ittihad-ı münevver-i İslâm’ın Hacerü’l-Esved’i Kâbe-i Mükerreme’dir ve dürretü’l-beyzası Ravza-i Mutahhara’dır, Mekke-i Mükerremesi Ceziretü’l-Arap’tır, medine-i medeniyet-i münevveresi Devlet-i Osmaniyedir.” (Age) Yani, saadetimizin esası olan İslâm’ın nurlu ve aydınlık birliğinin “Hacerü’l-Esved”i Kâbe-i Mükerreme’dir ve parlak incisi Ravza-i Mutahhara’dır (Hz. Peygamber’in kabridir), Mekke-i Mükerremesi Arap yarımadasıdır, nurlu medeniyet şehri Osmanlı Devletidir (bugün itibariyle Osmanlı’nın devamı olan Türkiye’dir diyebiliriz!)

Bu manevî ve sembolik fizikî şartlar sıralandıktan sonra kalp ve gönüllerde, ruh ve zihinlerde nasıl bir yapı ve karakter olması gerektiği sıralanıyor:

“Eğer şu Kâbe’nin ziynet ve nakşını görmek isterken, işte bak: Hayâ ve hamiyetten neş’et eden civanmerdâne humret; hürmet ve rahmetten tevellüt eden masumâne tebessüm; cezalet ve melâhatten hâsıl olan ruhanî halâvet; aşk-ı şebabîden, şevk-i baharîden neş’et eden semavî neşe; hüzn-i gurubîden, ferah-ı seherîden vücuda gelen melekûtî lezzet; hüsn-i mücerretten, cemal-i mücellâdan tecelli eden mukaddes ziynet birbiriyle imtizaç edip ondan çıkan levn-i nuranî, o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâbe-i saadetteki tâk-ı muallâsındaki, kavs-i kuzehindeki elvan-ı seb’anın lâcivert ve yeşil levninin timsâlini göreceksin. Lâkin, ittihat cehil ile olmaz. İttihat, imtizac-ı efkârdır; imtizac-ı efkâr marifetin şuâıyla olur.” (Age)

Yani, eğer şu Kâbe’nin (İslâm Birliğinin) süsünü ve nakşını görmek istersen, işte bak: Hayâ ve hamiyetten çıkan civanmerdâne utanma duygusu; hürmet ve rahmetten meydana gelen masumâne tebessüm; ahenk ve şirinlikten hâsıl olan ruhanî tatlılık; gençlik aşkı, bahar neşesinden çıkan semavî mutluluk; kaybolma ızdırabından, seher rahatlığından vücuda gelen mânevî lezzet; kendi güzelliği, harika parlaklığından tecelli eden mukaddes ziynet birbiriyle kaynaşıp ondan çıkan parlak renk, o doğu ve batının kab-ı kavseyni (Hz. Peygamber’in mi’rac menzilinin yayı olan) saadet mekânındaki yüksek kubbe, gökkuşağındaki yedi rengin lâcivert ve yeşil renginin timsâlini göreceksin. Fakat, ittihat cehil ile olmaz. İttihat, fikir birliği ile; fikir birliği de bilgi ve maharetin ışığıyla olur.

Evet, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü tevekkül de saadet-i dareyni netice verir.” (Sözler) Bir Allah’a inanmak kalplerin de aynı şekilde birlikte hareket etmesini gerektirir. Gönüller saadet ırmağından sulanmazsa, kalpler İlâhî lezzetten kaynaklanmazsa, zihin, akıl, ruh, his İslâm’ın o engin ummanından gıdasını almazsa elbette beklentiler başka baharlara kalır. En büyük düşmanımız olan cehalet, zaruret ve ihtilâf karanlıklarına hiçbir şekilde düşmeyelim. İtihat, tesanüd ve muhabbetimizi genişletip geliştirelim.

Bu yazının en baştaki muhatabanın kendi nefsim olduğunu itiraf etmek isterim. Bu mübarek günler hürmetine belki bir nedamet, pişmanlık ve Cenâb-ı Hak’tan mağfiret dileme yoluna girme çabasıdır. Yukarıda bahsedilen bu büyük kaybı, ayıbı giderebilme ve İslâmın o nurlu yoluna girebilme çabası ve gayretidir. Ve bütün bunları samimâ dostlarımla ve Müslüman kardeşlerimle paylaşma düşüncesidir.

Genel olarak kısaca bir değerlendirme yapmak gerekirse, fikirlerini akla ve asra tasdik ettiren muazzez Üstad Bediüzzaman’ın en büyük hayallerinden olan “İttihad-ı İslâm” konusunu her şuurlu Müslümanın gündemine alması lâzımdır. Bunun için de ilk önce şartların hazırlanması gerekir.

İşte bence bizim en öncelikli ve vazgeçilmez konumuz, “imanî noktadaki” ve “İttihad-ı İslâm” noktasındaki “kudsî hizmetin” gerektirdiği konularda iç dünyamızdaki “evet-hayırları” sorgulayarak onları gündemimize alıp, onları bu yukarıdaki ulvî şartlar ve prensipler çerçevesinde tartışmaktır.

Yoksa “Kur’ân Anayasası”nın İlâhî nağmeleri yerine hangi taraftan olursa olsun “siyaset bezirgânlarının” mâlâyani oyun ve oltalarına âlet olup, onlara takılarak birbirimizi kıracak derecede bir “tarafgirliğe” girip veya dâvet edip, Müslümanlar ve cemaat fertleri arasında—Allah korusun—meydana gelebilecek gıybet, fitne, dedikodu, zan, iftira, gevezelik, kayırma, haksızlık tuzaklarına takılmak asla olmamalı ve olamaz.

Bir asırdan beri görülmeyen “cehennem sıcağını” andıran bu müthiş sıcakların mesajını anlamaya çalışmak bile bize “mânevî kirliliğimizden” kurtulmak için basit ipuçları verebilir.

Telefon konuşmalarının, mesajların, maillerin, sohbetlerin baş konusunun mâlayânî, dünyevî, siyasî kirliliklerden uzak, mübarek, hayırlı, semereli, Îlâhî ve semavî konularla süslenip gönül ve ruhlarda ferah ve inşirahlar açması dilek ve temennisiyle….

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*