Kabre dönüşen evlerimiz

Image
İnsanlığın ilk zamanlarından beri “ev”e veya yuvaya yüklenen mânâ ulvîdir. Dış âleme karşı bazen tahassüngâh ve sığınak, bazen tenezzüh, dinlenme ve eğlenme yeri ve bazen de kulun Rabbine kamusal alanda açamadığı mahrem duygularını gözyaşlarıyla ifade mahalli tarzındaki mânâlar “evlerimiz” için söylenmiştir. Bu mahremiyettendir ki, “harem”, “harim-i ismet” ve duyguların da sükûn bulduğu yer anlamında da “mesken” isimleri evlere verilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân terbiyesine göre tanzim edilmiş evlere “cennet köşelerinden bir köşe” diyor. Dış âlemin itiş kakışından, gıll u gışından ve ruhları inciten kesretinden kaçan insanların, cennet köşelerine teşbih edilen yuvalarına sığınmalarının önemini herkes idrak edebilir.

Peygamberimiz kıyamet öncesi fitneleri ve bu fitnelerde rol alacak şahısların tahribatlarını tasvir ederken; hiçbir coğrafyanın, kıt’anın, köşenin ve meskenin bu fitneden masun kalmayacağını ifade ediyor. Kutup, ekvator, sahra, ıssız ada ve dağlardaki mağaraların da bu fitnece işgal edildiği hengâmda, “harim-i ismetimiz”in de bu tehlike ile karşı karşıya olduğunu kabullenmek zorundayız. Ahirzamanın dehşetli sahnelerini tasvir eden şefkatli Efendimizin (a.s.m.) verdiği haberlerin, günümüz hayatındaki yansımalarını görmek için de ahirzaman hadiselerinin atlasını Kur’ân’dan çıkaran Risâle-i Nur’a bakmak gerekiyor.

Ahirzaman fitnesinin yöneticilerinin kullandıkları mekân, alet ve usulleri, Bediüzzaman Hazretleri avamın da anlayacağı tarzda izah etmiştir. Manyetizma, hipnotizma ve sihir gibi metodların günümüzdeki tatbik tarzını merak edenler, maalesef evlerinin en önemli noktasına oturtulmuş ekranlara dikkat edebilirler. Tv ekranlarının yanı sıra, başta internet ekranları olmak üzere, büyüklü küçüklü, dizi dizi ekranları da eklediğimizde, hayatımızın bir medya kabrinde veya çukurunda devam ettiğini iddiası, bazılarına mübalâğa görünse de yabana atılmamalı.

12 Eylül, nifakını hayatın her karesine yansıttığı gibi, ekranlara ve ekranlardan evlerimize habis ruhları doldurdu. Hem de ahirzamanın bütün fitnelerini, inkârlarını, gıybetlerini ve ahlâksızlıklarını bağırlarında taşıyarak… Eşlerimizin ve çocuklarımızın daha önce görmelerine tahammül edemediğimiz “habis tipler”, haremlerimizin başköşelerinde, habis ruhanîler gibi hoplayıp zıplamaya başladılar. Ahirzamanın bu ifsad projesinin global ve lokal dinsizlik cereyanlarının ortak çalışması olduğunu yıllar sonra anlayacaktık. Hükümetin, bazı tv işletmelerinin ve program-yapımcı-sunucularının dindar olmaları bir kıymet ifade etmemişti. Bilhassa dahilî ifsad cereyanı her düğmeye basışında formatlar değişiyor, ekranlardaki tesettürlü hanımlar çekiliyor, erkeklerin önce sakalları ve sonra bıyıkları kazıtılıyor ve sihirbazlara özenmiş farfaracı, felâket tellâlı ve ruhları panikleten sunucular ekranlardaki yerlerini alıyordu. Okumayı, konuşmayı, tefekkürü, sohbeti ve muhabbeti unutmaya başlamış, ruhları sersemleşen, akılları geveze, nasihatten hoşlanmayan kitlelerin bu ekranlar aracılığıyla oluştuğunu kimsecikler inkâr edemez. Bir merkezden veya birkaç odaktan idare edilen toplumlarda “efkâr-ı ammeden” ne kadar bahsedebilirsiniz ki?

Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflere baktığımızda, yuvanın mahremiyetine yükletilen mânânın yüceliğini daha iyi kavrıyoruz. Yalnızca sahibinin rızasıyla girilebilen o muallâ köşelerin ekranlar aracılığıyla kimlere peşkeş çekildiğini düşünmek istemeyenler, ailelerin, yuvanın ve harim-i ismetin mahiyetini bilmeyenlerdir. Komşuya atfedilen ehemmiyet de buradan gelir. Beytullah kadar emin olması gereken meskenlerde ne kadar emniyette oturduğumuzu Allah biliyor.

Ekranlar yalnızca evlerimizi işgal etmedi; işyerimizi, sokaklarımızı, trafik lambalarını, hastaneleri, devlet dairelerini ve daha doğrusu dört yanımızı işgal etti. Dört yanı ekranlarla kaplı kabirlerde, mütemadiyen ruhlarına üfürükçülerle telkin yapılan, camların belli noktalarına bakılması emredilen ve telkin edilenin uygulanması istenilen bir hayatı, çoklarımızın yaşamakta olduğu bir vak’a…

Uyanmak, ekranları karartarak düğmelere basabilmek, manyetizmanın uyuşukluğundan kurtularak kabrin dışına sıçramak, Kur’ân’ın nuruyla evlerdeki habis ruhları kovalamak ve cennete hazırlanırken, cennetî köşelerde çoluk çocuğumuzla yaşamak Allah’ın yardım ve ihsanına bağlıdır. Kanaatimiz o ki; ahirzaman fitnesinin mahiyetini öğrenenler ve evlerine yerleşmiş ekranların ekseriyetle ilhad ve inkâr-ı Uluhiyetin propagandasını yaptığını bilenler, bu savaşta daha başarılı olurlar. Bütün mesele emansız ve amansız düşmanın mahiyetini kavrayabilmekte…

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*