Kaç bayram kaldı ömrümüzden geriye?

Bayram namazından sonra mezarlığın yolunu tuttu genç adam. Babasının kabri başında her bayram Yasin-i Şerif okuduğu ve o yüzünü bile görmediği sevgili amcasının mezarının bulunduğu kabristana doğru yürüdü.

“Yıllar ne de çabuk geçiyor. Yolun üzerindeki şu ihtiyar çeşme hâlâ bir iki damla suyunu cömertçe veriyor susayanlara.”
Onunla da bayramlaştı gözleriyle, diliyle.
“Belki de gözyaşlarıyla uğurluyor sokaktan her geçeni bu çeşmeden sızan damlalar.”
Sokağın yolcularıyla bu çeşmenin arasında bir sır var.

Sonra kıvrım kıvrım yollardan aynen yıllar önce iki kardeşiyle beraber el ele tutuşup geçtikleri o yollardan kabristana doğru yürüdü.

Tebessümle karışık bir hüzün rüzgârı dolanıyordu içinde. Yolda gördüğü dostlarıyla selâmlaşıp bayramlaşıyor, bir yandan da geçmişe, o güzel manzaraların yaşandığı çocukluk günlerinde babasıyla, kardeşleriyle beraber kabristana gidişlerini hatırlıyordu şimdi bu yollardan geçerken.

Her şey sanki o yıllardan kalmış bir gün gibi geldi ona birden.

Değişene de, değişmeyene de şaşırarak, duâsını okuyup, salât-u selâm getirerek tekbirlerle yürüyor, bir yandan da eliyle gözyaşlarını siliyordu. Bayram sabahı ağlamanın sırası değildi ama gönlüne de sözü geçmiyordu. Herkes bayram sevincini yaşarken evlerinde yalnız başına kalanların buruk acısını hissetti içinde.

Bir zamanlar ne de çok seveni, yanaklarından öpeni, başını okşayanı vardı. Nereye gitti o insanlar? Neredeler şimdi bu bayram sabahı o güzel insanlar? Hangi çeşmenin başındalar, suyu gürül gürül akan? Dünyada değillerse cennetteler mi?

Ramazanda, iftar vaktinde bir başına kalmanın o yürek yakan yalnızlığı, bir de bayram sabahları kapısı çalınmayanların halini şimdi daha iyi anlıyordu. Yalnızlığını kabristanın girişindeki ak sakallı bir ihtiyar ülfete çevirdi. Selâmlaşıp bayramlaştılar. Tertemiz giysiler içindeki bu güzel insanın halini gıptayla seyretti. Geçen okuduğu bir yazıdaki bir hatıra geldi aklına. “Bu da sakın onlardan biri olmasın…” dedi. O yazıda şunlar yazılıydı:

Hafız bir hoca efendi, her gün evi ile cami arasında gidip gelirken, bir cüz Kur’ân okuyormuş ezberinden. “Heyhat ki heyhat” demişti bu haberi okuduğunda. “Onlar nasıl bir hayat yaşıyor, bizler nasıl bir hayat yaşıyoruz…”

Bari lüzumsuz sözler ve lakırdılar ile meşgul etmeyelim bu mübarek insanları diye düşündü. Yollarının az sonra tekrar kesişeceğini bilmeden selâmlaşıp ayrıldılar. Her zamanki gibi amcasının mezar taşını bulmakta zorlandı genç adam. Biraz uzasa da bu iş, heyecanlı bir oyuna dönüşüyor, bulmaca çözmek gibi bir şey oluyordu her gelişinde. İstisnasız her defasında yaşıyordu bunu. Hele de otlar kesilmemiş ve diz boyuna yükselmişse…

Sonunda mezar taşını buldu. Duâlar okumaya başladı. Kabristan epey kalabalıktı. Yakındaki kabirlerin etrafında da Kur’ân okuyan eski dostları ve arkadaşları vardı. Onlar da değişen yüzleri ve çehreleriyle bakıp selam veriyorlardı.

Hayat bir ayna gibiydi. Herkes kendi aynasında birbirinin hayatını görüyordu. Yıllar yavaş yavaş onların da saçlarında tırpan atmaya başlamıştı. Adım adım geçiyorlardı gençlik yıllarından.

Duasını bitirir bitirmez, sevgili dostlarının isim listesini çıkardı, küçük siyah cüzdanından, onların da yakınlarını yâd ederek, özellikle babasının, dedesinin ve dahi babaannesinin, anneannesinin, hepsinin ruhlarına üç İhlâs ve bir Fatiha okudu, kısa bir hatim yaptı. Başta Hazreti Peygamber Efendimiz’in (asm) ve onun âl ve ashabının ruhuna bağışladı, salât-u selam getirdi. Başı üzerindeki ağacın yaprağına iki parmağıyla şöyle bir dokundu, onun da ibadetine katılmak ister gibi. Yaprağın üzerinde sabahtan kalma bir çiğ damlası kımıldadı ve kabrin üzerine düştü. Yoksa bu, yaprağın gözyaşı mıydı? Bilemeyiz… Sırlar dolu dünyada bu da İlahî bir sır olarak kalacaktı…

Bildiklerimiz ne ki, bilmemiz gerekenlerin yanında? Allah bizi yaratırken bir sanatkârın eserine attığı imza gibi, ya da inceden inceye işlediği bir nakış gibi, bin bir isminin imzasıyla donatmış her yanımızı, her hücremizi… Rabbimiz varlığını bize üzerimizdeki isimlerin tecellisiyle gösteriyor. Vicdanımızla, kalbimizle, her şeyimizle bizi yaratanın kim olduğunu bize hatırlatıyor. Bu güzellik, Güzeller güzeli olan Allah’tan başka kimden gelebilir?
***
Genç adam, kabristanın çıkışında yine ihtiyarla karşılaştı. Yönleri ve yolları aynıydı. Ağır adımlarla yürümeye başladılar. Bir ara nefeslenmek için durdu ihtiyar.

Genç adam yolun üzerindeki bir bankı gösterip:  “Biraz oturalım mı?” dedi.
“Tamam” der gibi başını salladı ihtiyar.
“Yalnız mısınız?” diye sordu genç.
“Yalnızım.” dedi. “Yalnızım ama Allah var.”
“Anlamadım…” dedi genç adam.
İhtiyar tane tane konuştu:

“Evladım, herkesin var bir kimsesi. Yalnızlık izafî bir kavram. İnsan Allah’tan uzak oldu mu, kalabalıklar içinde bile olsa yine yalnızdır. Aslolan, bedenin değil gönlün yalnızlığıdır. Gönlü Allah ile olan, yalnız değildir. Gönül, koca bir yol ama önü tıkalı. Bazen çeşme akmıyorsa, suyu olmadığından değil, belki de ağzındaki tıkaçtan. Onu oradan çekip çıkarmadıktan sonra oradan suya ulaşamazsın.”

“Gönlümüze takılanlar ne?”
“Saymakla bitmez… Kendimize ait bir hayatı değil de, sanki başkasına ait bir hayatı yaşıyor gibiyiz. Oysa ki bu hayat emanet.”

“Evet.”

“Hayatımız emanetti ama bu emaneti kendimize aitmiş gibi hoyrat kullanmaya başladık. O zaman, gönül yolları tıkandı, sular akmaz oldu. Hayat kendi yolunda akması gerekirken, hazine taştı, su boşa aktı, sayısız yolcuya su veren çeşmenin şimdi kendine bile faydası kalmadı. Bize ait olan emaneti yolunda sarf etmeyince, bize de yar olmadı.”

“Ne yapsak olmuyor gibi. Ne yapsak, elimizde tas dolmuyor gibi.”
“Kısa yoldan çaresi şu: Çalmadığın kapıları çal, kapadığın kapıları aç evlat. Onlar açıldıkça gönlün de açılır inşallah.“

Bu bayram gününde ziyaret listesinde ismi geçmeyen ve gönül kırgınlığı yaşadığı ne kadar yakını varsa, en önce onlardan işe başlamak gerektiğini anlamıştı genç adam. Kendi nefsinin üzerindeki çirkin gölgesini silmeden, kibrin, gururun izini kazımadan, bu yolda yürümemeye söz verdi bu sabah. İhtiyar adamın elini öptü. Vedalaştılar.

Ayrılırken ihtiyar adam:
“Evlat, duadan unutma.” dedi.
“İsminiz?” dedi genç adam.
“Abdullah” dedi. “Sen duayı et, bir Allah’ın kulu de, dua adresini bulur inşallah.”

Adı gibi bir adamla bu bayram sabahı konuştuklarından sonra içine ayrı bir sevinç doğdu. Gönül yolu kısa ama uzunmuş, onu anladı. Hayatı yeni baştan düşünmeye ve yeniden yaşamaya azmetti bu bayram sabahında. Hayatına yeni bir sayfa açan bu genç adamı biz de bir güzel dua ile uğurlayalım…

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin!” (Sözler, 33)
***
Uzakta olan dostlarımızı telefonla, yakında olanları ise ziyaretlerle hatırlayalım. Özellikle de yaşlıları, hastaları, yalnızları, kapısı hiç açılmayanları ve zili nadiren çalınanları. Haydi Bismillah…

Bütün dostlara selâm olsun. Ramazan Bayramınız mübarek olsun. Rabbim sevabına inanarak, orucun hakkını vererek tutmuş ve şu bayram sabahı bütün günahları affedilmiş olan kullarından eylesin cümlemizi. Niyetimizi amelimizden büyük eylesin ve ihlâslı eylesin inşallah. Allah’a emanet olunuz. Duadan unutmayınız. Çocuklarınıza, yakınlarınıza, tüm hane halkına selâm olsun. Onların da bayramlarını tebrik ediyoruz. Rabbim her türlü hayırları ihsan eylesin, her türlü şerlerden onları muhafaza eylesin inşallah.

Rabbim, bayram sabahı hürmetine bizleri bağışla! Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, bütün âl ve ashabına salât-u selâm olsun. Bütün sevdiklerimizle beraber cennette bize ebedî bayramlar yaşamayı nasip eyle yâ Rabbi, yâ Allah, yâ Rahîm, yâ Muin… Âmin…

Allah’ım, kendisini zikredeni unutmayan, şükredenden de nimetini eksik etmeyen, ümit besleyenin ümidini boşa çıkarmayansın. Allah’ım, kabul eyle dualarımızı bu bayram sabahı hürmetine.
***
Geçtiğimiz akşam bir sohbet sırasında “Ramazan-ı Şerif bitmesine yakın yaşlı insanları bir hüzün kaplardı ve bu ayın gerçekten değerini bildiği için onlar ağlardı.” diye konuşmamızı dinleyen yedi yaşındaki Ayşe Zehra’mızın da ağlamaya başladığını görmek hepimizi çok duygulandırdı. Küçücük bir çocuğun gözlerinden süzülen yaşları ve onları gerçekten yüreğinden akıttığının işaretlerini görünce biz de hüzünlendik.

Ağabeyi Ahmet Zafer on bir yaşında. Bu sene orucunu hiç bırakmadı. Dedik ya, yeni nesilden, yeni gelen gençlerden çok umutluyuz inşallah. Onlar seve seve, isteyerek, arzu ederek yapıyorlar bu ibadetleri. Onlara güzel örnek teşkil ettikleri için anne babalarını da tebrik ediyoruz.

Biz de inşallah bu bayram seve seve, gönülden, böyle sevinçlerle coşarak yürüyelim, kâinatla selâmlaşıp bayramlaşalım. Yeryüzüyle, gökyüzüyle de… Her şeyle bayramlaşalım tek tek. Sevdiklerimize fatihâlar gönderelim. Kâinatın içinde yaşayan her mevcuda, bu bayram gününün sabahında selâm olsun, bayramları da mübarek olsun inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*