Kaçış odalarının hatırlattıkları

Soma faciası bize bazı madenci kavramlarını hatırlatmış oldu.

Bunlardan biri “kaçış odası.”

Kaçış odası ne yazık ki, Türkiye’de zorunlu olmadığı için birçok maden ocaklarında kurulmuyormuş.

Çok acıdır ki; bunu da öğrendik.

Halbuki bu kaçış odaları, madenciler için muhtemel bir tehlike anında sığınabilecekleri özel korum alanı vazifesi görüyor ve çalışanların kurtulabileceği en hayatî tedbirler arasında yer alıyor.

Yani, tek birinin içinde 40’a yakın madenciyi bir ay yaşatacak miktarda yiyecek, içecek, oksijen kaynağı ve sağlık desteği bulunuyor. Kaçış odalarına sığınanlar 30 günün üzerinde içinde yaşayabiliyor.

Maalesef ülkemizde bu odalar bakımsızlığı ile gündeme geldi ve ne yazık ki bu ihmaller 301 cana mal oldu.

İşin hikmet yönüne bakacak olursak:

Her insanın hususan Peygamberlerin bile en sıkışık olduğu bir zaman diliminde birden bire nefes alabilecek bir “kaçış odası” kabilinden öylesine çok olaylar cereyan etmiş ki…

Aklımıza ilk gelen örneklere bakalım.

Meselâ;

Hazreti İbrahim’in (a.s.) Firavun tarafından ateşe atıldığında, gökyüzünü yalayan dev alevlerin bir anda gül bahçesine dönüşmesi, bir kaçış odası vazifesi görmüş olabilir mi?

Hazret-i Yusuf’un kuyuya atıldığı gerçeği ve hatta hapishanelerde uzun müddet kalması bir kaçış odası olabilme ihtimalini, hatırdan uzak tutmuyor.

Hatta Efendimiz’in (asm) Hz. Ebu Bekir hicret ederken, sığındıkları Hira mağarası, sanki koruyucu vasfıyla “kaçış odası” vazifesi üstlenmiş gibi görünüyor.

Bunları düşünmemize sebep olan gazetemiz usta çizeri İbrahim Özdabak, birinci sayfada yayınlanan bir karikatürüydü.

“1930’ların hayat odası” başlığı altında yayınlanan çizimi şöyleydi:

Simsiyah bir yeryüzü, kara bulutlarla kaplı, yerin altında ise bir kaçış odası ve odanın içinde ise Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte cennet gibi bir bahçede ders yapıyor. Bahçenin tabelasında “Barla cennet bahçesi” diye yazıyor.

Özdabak’ın bu çizgisi, doğrusu bir kitap yazdıracak kadar çok şey anlatıyor bence.

VE DEPREM

Önceki gün Çanakkale’nin Gökçeada ilçesi açıklarında meydana gelen depremin “artçı” şokları devam ediyormuş hâlâ…

Ondan önce, Gökçeada’da yaşanan depremin bize yansıması ise hayli “sarsıcı” idi.

Gazetemizin yemek salonunda yakalandık depreme… Arkadaşlarla birlikte beşik gibi sallanan salonun içinde tekbirler getirdik.

Sarsıntı bittikten sonra, “hayat devam ediyor” diyerek iş başı yaptık.

Rabbim bizi, ölüm duygusunun bu kadar yakın hissedildiği bir zaman diliminde gafletle imtihan etmesin diye dua ettik.

Bu olayları kalp dairesinde alt alta koyup, iyi okumamız gerekiyor. Sözümüz, idarecilere de!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*