Kadın savaşları

Image

Avrupa medyasının en çok ilgilendiği sahaların başında “emansipasyon” geliyor. Önceleri kadın hak ve hürriyetleri çerçevesinde başlayan mücadelenin belli bir noktada durmadığı bir vakıa. Kadının başta Avrupa olmak üzere dünyada zulümden kurtarılması adına yapılan çalışmalar, her yerde pozitif kadın ayrımcılığına gelip dayanınca, kadının erkeksiz yapamadığı hakikati de tekrar ortaya çıkmış oldu.

Pozitif kadın ayrımcılığı o­nu eşinden, çocuklarından ve ailesinden ayırmakla, terazinin diğer kefesi iyice boşalmış ve dehşetli dengesizlikler ortaya çıkmıştı.

Kadını erkeksiz bırakmak insan fıtratına ve sosyal hayata bir müdahaleydi. Kadın hangi çerçevede ve hangi kurallara göre erkekle beraber olacaktı? Daha doğrusu semâvî dinlerin, gelenek ve umumî ahlâkın prensiplerine de savaş açan kadın hürriyetçileri, alternatif bir hayat sunamadılar. Kadını fıtratından soyutlamaya çalışırlarken, tarihin bütün negatiflerini kiliseye yüklemeyi de ihmal etmiyorlar. Günümüzün, yuvasından kopmuş, başıbozuk ve bedbaht kadınının halini dillendirenlere saldıran meşhur kadın dernekçileri, Alman geleneğinin kadını üç “K”ya mahkûm ettiğini söylüyorlar: Küche, Kinder, Kirche. Mutfak, Çocuk ve İnanç ekseninden şuurlu bir şekilde koparılan kadının nerelerde gezdiğini, nelerle meşgul olduğunu, mutlu olup olmadığını ve insanlığa nasıl hizmet ettiğini sorgulamaya kalkışanların, organize olmuş bir saldırganlığın hücumuna yakalandıklarını zaman zaman okuyoruz.

Vahşi tüketim toplumu idarecilerince insafsızca kullanılan kadına karşı kadın hürriyetçilerinin sessiz duruşu, toplumun o­nlara karşı beslediği şüpheyi artırırken, bilhassa feministlerin müstehcen kadın reklâmlarına verdiği aşırı destek, günümüz insanının; yalnızca menfaatini esas almış, vicdanı bozulmuş ve fıtrata başkaldırmış kıt’alar arası bir şebeke ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ortaçağ köle tüccarlarından aşağı olmayan ruh halleriyle belli tüccarların kadına nereden baktıklarını tesbit etmek, günümüzde zor olmasa gerek. İslâmiyetin tarihî bir vakıa olarak kabullendiği ve zaman içinde kaldırılmasını teşvik ettiği ve nihayetinde kaldırdığı “cariyeliği” tenkit edenlerin, başta beyaz kadın ticareti olmak üzere dünya kadınları için hangi iğrenç tuzakları hazırladıklarını en iyi bilenlerin başında, “kadın hürriyetçileri ve feministler” gelse gerek.

Kaynağı resmî hükümetlerce bilinmeyen ve kontrol altında olmayan paralarla finanse edilen magazin, medya ve kadın organizasyonlarının yaptıkları ortada iken, hâlâ feminist, liberal ve emansipasyon taraftarı geçinenlerin “kadın hususunda” konuşabilmeleri, o­nların zillet ve cehaletimizden istifadelerinden başka ne olabilir ki…

“Kadını baştan çıkarma” diyebileceğimiz o­nu fıtratından koparma hareketinin, küresel sermaye ile globalleştiğini elbette biliyorsunuz. Dininden, geleneğinden, yuvasından ve çocuklarından koparılan kadın yalnızca Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Türkiye kadını değildir. Ahirzamandaki tahribatı vazife edinmiş bu hareketin dünyanın her yanındaki kadının fıtratını bozmaya ahdettiğini, o­nların çalışma alanlarını incelediğinizde anlıyorsunuz. Semâvî dinleri kamusal alanlarda tesirsiz hale getirmeye çalışan dinsiz ve sefih organizasyonların, para mukabili, her milletten çalışmaları için eleman bulabileceklerinden kimsenin şüphesi olamaz. Girebildikleri her ülkeyi sivil toplum örgütleri, rüşvetler ve komplekslerle kevgire çeviren ahlâk düşmanlarının icraatlarının çoğu gözlerimiz önünde cereyan ediyor. Rusya, Balkan, Ortaasya veya Uzakdoğu gibi coğrafyaları incelemeden önce Türkiye’mize göz atabilirsiniz. Resmî makamlarca varlığı bilinen yüzlerce kadın derneklerini incelediğinizde, çoğunun yerli kaynaklardan beslenmediğini göreceksiniz. Kısa zamanda Anadolu, Doğu ve Güneydoğu gibi iffet ve namus kelimelerinin daha yoğun mânâ yüklendikleri bölgelerimizde yüzlerce kadın dernekleri şubelerinin kimlerce organize edildiğini, paralarının nereden geldiğini, iffetlerinden şüphe duymadığımız hükümet üyeleri elbette bizden çok iyi biliyorlardır.

Halkın ahlâkî erozyondan feryad etmesi, bu hususta binlerce polisiye vak’â, mahkeme koridorlarına dökülen aile unsurları, Türk milletinin ailevî şerefi ve kadının istismarıyla halkta başlayan ekonomik çöküntüyü devlet yetkililerimizin dikkate almamaları halinde, zihinlere ister istemez başka istifhamlar hücum ediyor.

Kadın savaşlarının neticesinde kazanacak tarafın “fıtrat” olduğundan elbette şüphemiz yok. Fıtratı seslendiren ve yaşamak isteyenlere uygulanan istibdatlar, kadın savaşlarındaki zulümlere yol açıyor. İslâmiyetten önceki “vahşet ve cehalet” dönemini andıran bu modern kadın pazarlamacılarını durduracak hususun Allah’a ve ahirete iman olduğunu bilen fıtrat düşmanları, başta İslâmiyet olmak üzere rakip gördükleri semâvî dinlerin tesirini hem Avrupa’da ve hem de Asya’da bitirmeye çalışıyorlar.

Maalesef rüşvetlerle, korkularla veya hilelerle elde edilmiş muhafazakâr hükümetlerin bu kadın tüccarlarına, bu kadın hürriyeti istismarcılarına ve bu aile düşmanlarına bilerek ve bilmeyerek destek olduklarını gördükçe, küresel oyunun dehşeti bizi biraz daha tedirgin ediyor. Kadın savaşları kıt’aya, coğrafyaya, kültür, din ve geleneğe göre değişik şekil ve biçimler arz ediyor. Fakat kadın düşmanlarının hedefi değişmiyor: Kadın fıtratını bozmak… Kadını başıboş ve serseri bırakarak sosyal kaosu şiddetlendirmek… Türkiye ve Avrupa’daki tesettür karşıtlarını da bu kategoriye dahil edebiliriz. İlkokuldan itibâren dinî terbiyesini alacak, ahlâkî normları öğrenecek ve fıtrî vazifesini bilecek bir kız çocuğu o­nlar için potansiyel tehlike olmaz mı? Kadına hürriyet adına giydirmek istedikleri deli gömleğinin o­nu ne hallere düşürdüğünü sosyal araştırmacılara sormak gerekiyor. Bu hayvanî hürriyetin daha büyük bir esaret ve köleliğin başlangıcı olduğunu birçok masum ve bilgisiz yavrularımız elbette bilmiyorlar…

Anlatmaya devam edeceğiz…

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*