Kadınlar Günümüz kutlu olsun

alt

Dünden bugüne insanlık tarihi kadını hep farklı bir konumda değerlendirmiştir. Meselâ eski Hint geleneğinde kadın kayıtsız şartsız erkeğine itaat ve hizmet ile yükümlüydü. Kocası ölen kadının yaşama hakkı yok sayılır, kocasıyla beraber yakılır, külleri Ganj Nehrine savrulurdu.

Eski Çin ve Japon geleneğinde, erkek tarafından ıslâh edilmesi gerekli bir varlık olarak görülürdü kadın. Tabiî ki bu iş için onların nezdinde en kolay, en etkili vasıta da dayaktı.

Kadın, eski Yunan ve Roma geleneğinde ise satın alınan bir eşya hüviyetindedir. Aynı zamanda cinselliğin sembolüydü.
Cahiliye devrinde ise bir utanç vesilesidir. Bir babaya kız çocuğu olduğu haberi geldiğinde babanın yüzü simsiyah kesilir, ortamı da uzun ve gergin sessizlikler kaplardı. Bugün dahi kalabalık ortamlarda ansızın derin bir sessizlik yaşandığında “kız çocuğu doğdu” denmesinin aslı budur. Ve bu masum, günahsız kız çocukları belli bir yaşa geldikten sonra diri diri gömülürdü toprağa. Bir erkek dilediği sayıda kadınla evlilik yapabilir, canı istediğinde de onları boşardı. Boşanan yahut kocası ölen kadın Arap geleneklerine göre asla babasının evine geri dönemezdi; ya yeniden evlenir ya da fuhşa sürüklenirdi.

Özgürlük ve adalet kavramlarının hukukî zemin ile profesyonelleştirildiği günümüzde kadına yapılan muamele nitelik değiştirmiş midir?

Ne yazık ki hayır!

Hak yemeyelim. İslâm’ın gelişiyle kadına hakikî mevkisi iade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bizzat “kadın” ismini taşıyan bir sîre vardır: Nisa. Bu sûrede kadın haklarından, onun sosyal ve hukukî konumundan bahsedilmektedir. Yine Resulullah’ın (asm) bir şefkat kahramanı olan kadınlara nasıl davranılması gerektiğine dair onlarca tavsiyesi vardır:

“Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.”
“Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.”

“Kim kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü Teâlâ’nın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.”

Bunca nasihat, uyarı ve emirlere rağmen aradan geçen zamanla birlikte, dinin değil, nefsî istek ve davranışların şekillendirdiği bir tutum söz konusudur hâlihazırda kadına uygulanan.

Bugün şiddetin, nefretin ve ayrımcılığın başrolünde yine “kadınlar” var.
Geleneksel aile normlarına hapsedilmiş kadınlar…
Kocaları tarafından fiziksel, duygusal şiddet gören kadınlar…
Mekân, zaman fark etmeksizin cinsel saldırıya maruz kalan kadınlar…
Dinî inançlarından dolayı hakları gasp edilen kadınlar…
İkna odalarında, üniversite kapılarında bekletilen kadınlar…
Kamusal alanın kendisine haram kılındığı kadınlar…
Özgürlük kisvesi altında cinsel meta haline getirilen kadınlar…
Yarın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.

Birileri hâlâ “haddimizi bildiriyorsa” bize; gazetelerin 3. sayfa haberlerinin başrolündeysek eğer; diziler, filmler şiddet hikâyeleriyle “kurban”lığımızı meşrûlaştırıyorsa, dayak yemek rızıklardan bir rızıksa; “elimizin hamuruyla karışmamamız” söyleniyorsa, “saçı uzun aklı kısa olmak” ile sürekli yaftalanıyorsak, görünmez “burkalara” hapsedilmişsek…

Kadınlar günümüz kutlu olsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*