Kadınlar hangi yuvaya dönmeliler?

Bediüzzaman’ın “kadınlar yuvalarına dönmeli” dersini okurken acaba hangi yuvayı kastediyor diye düşünmek lâzım.
Bugün yuva dediğimiz yer ve kadınları evlerine dâvet ettiğimiz alan ne kadar masum ne kadar güvenli? Bizim yuva dediğimiz evlerimiz ne kadar korunaklı? Bunun üzerinde düşünmek lâzımdır.

Medeniyetin her türlü fantezileri, teknolojisi, sanal âlemi, yuvanın masumiyetine acaba ne kadar zarar vermektedir.

Aile fertlerine, bir an bile durup düşündürmeye fırsat vermeyecek kadar, art arda şırınga edilen zehirler ve üstelik bu zehirlere de, ellerin uzanabildiği kadar yakın olması, artık evlerin korunaklı olmadığını açıkça göstermektedir. Ve artık bu yuvaların, şefkatin, sadâkatin, saygının, eğitimin, fedakârlığın, kulluğun, maneviyatın teminatı olan bir alan olmadığı çok açıktır.

Bu yüzden, yuvanın hem kadın, hem erkek için bir sığınak, tahassüngâh, bir nevi Cennet ve küçük bir dünya haline gelmesi zorunludur. Sosyal hayat zaten günahların dört bir taraftan hücüm ettiği tehlikeli bir alan iken, masumiyetin adresi olması gereken yuvaların da günah ve haramların merkezi olması, içinde bulunduğumuz vahim durumu iyice acılaştırmaktadır.

İşte bu yuvalara yapılan saldırıların neticesinde, yuvanın kutsiyeti bozulmuştur. Bu bozulmanın da pek çok ağır sonuçları ve sebepleri vardır. Bunlardan biri de, aile içerisinde kadın ve erkek rollerinde oluşan değişim ve dönüşümdür. Artık günümüz aile yapısında erkek rolü daha feminen, sorumluluktan uzak bir yapıya dönüşürken, kadınlar da daha otoriteleşmiş ve baskın bir role bürünmüşlerdir.

Bunun pek çok sebeplerinden birisi de, kadınların yanlış hak arayışları olmuştur. “Erkek otoritesine karşı çıkalım” derken, dengeyi kaybeden ve daha otoriteleşen kadın, erkeğin sorumluluk duygusundan kurtulmasını sağlamıştır. Böylelikle ciddî anlamda roller de bir değişme ve dengesizlikler ortaya çıkmıştır. Bu da himayet, merhamet ve hürmet vazifeleri olan erkeğin, koruyuculuk, kollayıcılık, himaye gibi vasıflarından vazgeçmelerini ve daha az sorumluluk almaları gibi bir sonucu doğurmuştur.

Kadın ve erkeğin yuvalarında yaşadığı bu dönüşüm ve değişim kadınları daha özgürleştirirken (!), erkeklerin ise sorumluluklarını bir kenara bırakmalarını ve böylelikle de kendilerini daha rahat hissetmeleri sağlamıştır.

Bediüzzaman bunu şu veciz ifadeyle ders vermiştir: “Hevesat-ı nefsaniye ile erkeklerin karılaşması, karıların da hayasızlıkla erkekleşmesine sebeptir”. (Sünûhat, 61)

Sonuç, erkekleri sevindirmiş, fakat terazinin diğer ucu olan kadın özgürleştirilirken (!), otoriteleştirilmiş ve aslında ezilmiş, köle haline getirilmiştir.

Netice de kadın da erkek de rollerini kaybetmiş ve aile kurumu açısından ciddî sorunlar çıkmaya başlamıştır.

Bugün sosyal ve ailevî pek çok problemin temelinde fıtrata olan müdahale yatmaktadır. Dinin en önemli görevlerinden biri de insanın fıtratını muhafaza etmesini sağlamaktır.

Bu fıtratın bir sonucu olarak, kadın biyolojisinin bir gereği olan annelik şefkat ve sadâkat sorumluluğunu yerine getirirken, erkeğin de, ahlâkî bir sorumluluk olan babalık, himaye, merhamet, hürmet gibi sorumluluklarını yerine getirmesi şarttır.

Bugün ailevî problemler gündeme getirilirken, denklemin iki ucunu dikkate almak, çözümü getirecektir. Sadece ailevî meselelerde kadın gündeme getirilir ve problem çözümü kadın üzerinden çözümlenmeye çalışılırsa terazinin diğer ucu ihmal edildiği için problemler çözümsüzleşecektir. Bu yüzden annelik kadar babalığı, kadının şefkati ve sadâkati kadar, erkeğin merhameti, himayeti ve hürmetinden de bahsetmek gerekecektir.

Hasılı, fıtrata müdahale edilmesine ve ulvî seciyelerin bozulmasına fırsat verilmeyen, günah ve haramlardan korunaklı bir yuva dizaynı yapılmadan sosyal problemler çözüme ulaşmayacaktır.

Yasemin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*