Kahraman Sungur Ağabeyin rahmet yağmuru

Kahraman Sungur Ağabeyin vefat haberini, İstanbul’a yaptığım iki günlük seyahat esnasında, Ankara’da bulunan Ömer Tuncay Ağabeyin kızı, yeğenim Hayrunnisa’dan aldım. Bizim, o anda İstanbul’da bulunmamız esnasında vefat haberini almamız bir tevafuktu tabiî. Hemen birçok kimseye haber ettik.

Tabiî bu kabil haberleri aldığımızda; gazetemizle, sentezhaber sitemizle de irtibata geçeriz. Yine öyle yaptık. Birbirimizden haber alış verişleri yaptık. Sağolsun, genellikle İstanbul’a geldiğimizde bizim mihmandarlığımızı yapan, gazetemizin yayın koordinatörü Abdullah Eraçıkbaş kardeşimizle de konuştuk. O akşam Üsküdar sohbetine, onun yolu tarif etmesi ile iştirak ettik. Sungur Ağabeyin cenaze merasimi ile alâkalı programımızı konuştuk ve bize e-mail ile yolladığı Sungur Ağabeyin köy enstitündeki “künye defterini” de aldık, mütehassis olduk.

O gün öğleden hemen sonra rahmet-i Rahman’a urûc eden Sungur Ağabeyin vefat haberi geldiğinde, ikindi namazı kılmak için Söğütlüçeşme tren istasyonunun mescidine giriyordum. Namazı kılıp dışarı çıktığımda şaşırdım. Az önce içeri girerken bir şey yoktu, ama namaz kılıp çıktığımda ise, gökten sicim gibi yağmur yağıyordu. Böyle, Rahmet damlalarının bir anda cevvimizden zeminimize akın etmesi beni hislendirdi. “Ehl-i imanın dünyadan göçmesiyle semavat ve arz, onlara ağlar” hakikatini hatırlattı.

Ertesi günü dışarı çıkınca bir baktık, hava güllük gülistanlık, gökyüzü masmavi. “Fesübhanallah!” dedik. Rabbimize hamd ettik. Öğle ezanına yakın Fatih Camii’ne geldik. Aman Allah’ım! Cenaze namazı ikindi namazından sonra mı, öğle namazından sonra mı kılınacaktı? Şaşırdık doğrusu, şimdiden cami dolmuştu. Öğle namazını kalabalık ve coşkun bir cemaatle kıldık. Birçok eski, yeni dostları gördük, kucaklaştık, muhabbet ettik. Araya giren iftiraklarla birbirimizi uzun müddettir görmediğimiz kardeşlerimize sarılmalarımız çok hoş oldu. Sungur Ağabey, burada da bütün Nur gruplarını bir araya getirmişti. Cami bahçesi adeta bayram yerine dönmüştü. Yine orada bazı arkadaşlara, “Yahu sanki bu cenaze namazı merasimi değil de, hani Mevlânâ Hazretlerinin ‘şeb-i arus’u gibi bir şey” dedim. Gerçekten de orada toplanan binlerce insan sanki bayram havasını teneffüs ediyordu. Aslında öyle de değil miydi? Bu işin gerçek manasını bilen Sungur Ağabey; Rabbine, Hz. Peygamber’ine (asm), Üstadına kavuşmamış mıydı? Ondan iyi bayram mı olurdu ona?

Beraber olduğumuz arkadaşlarımız; yakındaki Şekercihan dershanemize gitmemizi teklif etti. Orada da tabiî sohbet, muhabbet haleleri meydana gelince, biraz fazlaca kaldık. İkindi vakti de yaklaşınca, yine orada bulunan bazı arkadaşlar ”İsterseniz namazı burada kılarak hemen çıkalım ve cenaze namazına gidelim, zaten cami dolmuştur yer bulamayız” dedi. Ve öyle yaparak, namazı kılarak hemen çıktık ki, daha caminin avlusunun dış kapısına yaklaşınca izdihamı gördük ve içimden “Eyvah, nasıl yaklaşacağız?” dedim. Ve camideki namazın bitmesiyle, cemaat biraz hareketlendi ve avlu kapısından ancak girebildik. Fatih Müftülüğünün önüne kadar gelebildik. Aman Allah’ım o ne mahşerî bir kalabalıktı?

Cenaze namazı kılma hazırlığı içindeyken gözlerim hep havadaydı, “Acaba kahraman Sungur Ağabeyin rahmet yağmuru yağacak mı?” diye. Baktım havadaki mavilik yavaş yavaş yerini bulutlara bırakmaya başlıyor, o zaman anladım, Rabbim rahmet yağmurunu tekrar gönderecek. Artık namazın akabinde, defin işi de yapıldıktan sonra, gökten damlalar hâlinde düşmeye başlayan yağmur katreleri çoğalarak, bize Üstadın şu sözlerini tahattur ettiriyordu: “‘Semâvât ve arz ehl-i imânın ölmesiyle ağlarlar.’ Zîrâ ehl-i imân ise—çünkü—semâvât ve arzın vazifelerini bilir. Hakiki hakikatlerini tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânâları imân ile anlıyor. ‘Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar’ diyor ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesâbına onlara ve onlar ayna oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semâvât ve zemin, ağlar gibi, ehl-i imânın zevâline mahzun oluyorlar.” (Sözler, s. 582)

“Sadakte Üstadım!” dedik. Hayatta iken onun yârından, yaranından biri olan ve Üstadın bütün işleri için vekâlet verdiği Sungur Ağabey için de, bu sözleri tahakkuk ediyordu. 17 yaşında Üstadına talebe ve hizmetkâr olan Sungur Ağabeyle burada bir benzerliğimiz var. Biz de 17 yaş içerisinde Risale-i Nur’la müşerref olmuştuk elhamdülillah.

Tabiî burada dikkatimizi çeken bir şey daha var. Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, nurun erkânlarının vefat zamanları, hep bir fitne veya musîbete kalkan olmuştur. Yani onların vefat zamanlarının öncesi veya sonrasında tahakkuk etmesi muhtemel menfî hareketlerden Cenâb-ı Hak, bir cihette onları yanına alarak muhafaza ediyordu. 1960 en büyük fitnesinden az önce Üstad Hazretleri, 1971 fitnesinden biraz sonra Zübeyir Ağabey, 28 Şubat fitnesi zamanında ise Bayram Ağabeyi yanına almıştı Rabbimiz. Artık bilemiyoruz, şimdilerde ne gibi bir fitne veya musîbete karşı Rabbimiz, Sungur Ağabeyi yanına almıştı?

Rabbimiz Sungur Ağabeyimize rahmet eylesin. Onu; Hz. Peygamber (asm) başta olmak üzere, diğer büyük zatlarla, Üstadı ile beraber, haşre kadar onların yanında eylesin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*