Kâinat Allah’ın bir parçası değil!

Görünen eşya Cenâb-ı Hakk’ın eseridir. “Heme ost” değil, “Heme ezost”tur. Yani, O değil, ama O’ndandır. Çünkü, onlar ayn-ı kadîm olamaz, yani ezelî değildir. Varlıkların sabit birer hakikati vardır. Ancak, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” 1 Onun varlıklarla ilgisi yalnızca “hallâkıyet”tir (yaratma) ve sıfatlarının tecellisidir. 2

 

Evet,—teşbihte hata olmasın—güneş ışınları güneşten gelmektedir, ama güneş değiller! Kâinatı yaratan, idâre ve sevk eden Hâlık ve Kadîr-i Mutlak olan Allah’tır. Onun binbir ismi kâinatta tecellî etmektedir. Tıpkı ustanın san’at ve nakşının binaya, mobilyaya, resme tecellî etmesi gibi! Evet, kitaba yazarının, bir saraya mimarının, bir mobilyaya mobilya ustasının sıfatlarının tecellisi vardır. Varlığı tecellî etmiyor! Bunlar, san’atkârlarının eserleridir. Onların içinde ve üstündeki nakışlar, mimar ve san’atkârdan kaynaklanmaktadır. Ama, onlar, san’atkârın kendisi olamaz! Ve san’at, san’atkârın bir parçası değildir! Kendi parçalarını oraya yapıştırmamıştır!

Allah, Vacibü’l-Vücud’dur. Yani, varlığı, bir başkasının varlığına bağlı değildir. Öyle olsa, zaten Yaratan olmazdı. Dolayısıyla Allah Yaratıcı, “kâinat” da Allah’ın bir san’atıdır, Sâni’ olamaz; bir kanundur, kanun koyucu olmaz! Mevcûdât ise vardır ve “mümkin”dir. Yâni, olmasıyla olmaması eşittir. Var olduğuna göre, varlığı, birin tercihine bağlı. O da Allah’ın yaratmasına bağlıdır.

İşte tasavvuf mesleğinde seviye kazananlar, “Lâ mevcûde illâ Hû” derken; “Sonsuz güce ve nihayetsiz isim ve sıfatlara sahip olan Cenâb-ı Hak’kın, hikmet, kudret ve azameti karşısında, bu tecelli ve sıfatların ehemmiyeti yoktur” demek istemişlerdir. Allah’ın büyüklüğünü ifade etmek istemişler. Şöyle düşünelim:

Bir buğday danesi, parmağımıza göre nedir, hiç! Peki, bedenimize göre ne kadar yer kaplar? Dünyaya göre büyüklüğü nedir? Yine hiç! Gezegenlere, samanyollarına, galaksilere göre, hiçin hiçidir! Ya nebulalar ve bütün kâinata göre o buğday danesinin hükmü, yeri nedir?

İşte, isim ve sıfatlarıyla sonsuz olan Allah’ın vücut mertebesinin yanında kâinatın varlığı bir buğday tanesi kadar bile değildir! İşte, ehl-i istiğrak ve sofiye “Varlık yok, yalnız Allah var!” derken bunu anlatmak istemişlerdir.

Dipnotlar:

1- Şûrâ Sûresi, 11. 2- Mektubat, s. 84.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*