Kâinat Kitabının En Büyük Âyeti ve Kaleminin Mürekkebi (asm)

Bir “Büyük Patlama”dan bahsedilir. Maddî varlığın başlangıcındaki bu vaveyla muhtemelen en nihaî meyvesini vermenin heyecanı ile zuhura gelmenin sonucuydu. Varlığın çekirdeği hükmündeki ilk atom “Âlemlere Rahmet” olacak bir kimliğin bedenine hamile olmanın\ onun zerrelerini taşıyor olmanın heyecanı ile sonsuz uzay boşluğunu dolduracak bir patlama ile kabuğunu çatlatmış olmalıdır.

İlk zerreyi ve ondan sonraki bütün zerreleri, bu zerrelerin uyum ile bir araya gelmelerinden oluşan ne kadar varlık varsa hepsini anlamlandıracak olan Hz. Muhammed (a.s.m.) isimli bedende yer alacak zerreler ve o bütünlükten çıkacak mânâlar olmalıdır. Ondan sonraki süreçte sürekli geliş gidişler ve istikbale dair koşuşturmaca sanki “acaba biz de onun  (a.s.m.) zerreleri içinde yer alabilir miyiz?” telaşıydı. Zaman hakikatinin ondan (a.s.m.) öncesine denk gelen zerreler bu heyecanla koşuşturmuş ve tahavvül etmiş olmalı. Sonrasında gelen zerreler de hâlâ onu (a.s.m.) istikbalde ve ulaşılması gereken zirvede görmenin verdiği algı ve oraya ulaşmanın heyecanı ile koşuşturup halden hale geçerek o zirveye (a.s.m.) ve saadet asrına ulaşmanın heyecan ve telaşını yaşıyor olmalılar.

Çevremizde cereyan eden oluşlar, yani kâinat ya da kevnler, varlıklar alemi sürekli bir şeyler anlatma çabası içinde. Şimşeğin çakışında, yağmurun sağnak sağnak inişinde, rüzgârın uğultusunda, dağların görüntüsünde, kısacası varlık aleminde ne var ve hangi işleyiş varsa hepsinde pek çok anlamlar yüklü ve her haliyle bir şeyler anlatmak istediklerini ifade ediyorlar.

İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde ve varlık aleminin yaratılmasında gözetilen temel maksadın sonsuz bir güzelliğin varlıklar şeklinde ifade edilmesi ve şuur boyutumda yansıtılması sırrı olduğu yine varlık ve şuur arası iletişimden anlaşılmaktadır. Bu anlamda ferdin ve ferdin de bir parçası olarak içinde var olduğunu algıladığı varlığın anlamlandırılması ve yine bu ikili bağlantının temel meyvesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak tarihin farklı dönemlerinde farklı varlık algıları ve kimlik tanımları ortaya çıkmıştır.

Tarihi boyunca insanlık, varlık alemini ve kendi benliğini anlamak ve anlamlandırmak konumunda ve çevresindeki işleyişlerle iletişim halindedir. Varlık alemi ile ilgili farklı zamanlarda ortaya konan farklı yaklaşımlar insan hayatı ile ilgi her şeyi ve tabiî olarak kendi canlılığı, hayatı ve sağlığı ile ilgili problemleri çok yakından etkilemektedir. Kendini algılama şekli varlığı algılama şeklini ve varlığı algılama şekli bedeni ile ilgili problemleri algılama şeklini etkileyecektir.

On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefi yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılan bir varlık aleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır.

Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddi plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalar arası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur. Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasını tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir. Bilim o kadar kendinden emin ve analiz ederek parçalara ayırarak tanımladığı madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgâr yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddi aleme ve laboratuara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır. Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi alemin keşfi ile maddi dünya anlayışını sarsmıştır. Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları alemimize taşımıştır. Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile “olmaz” ya da “olur” şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, ihtimaller daha ön plâna çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır.

Bu yeni noktanın uzantısında ortaya çıkacak olan kâinatın bir kitap olduğu ve o kitabı anlamlı kılan en parlak cümlenin Hz. Muhammed (a.s.m.) olduğu sonucudur. Kitap içindeki bütün cümlelere anlam veren ve her noktanın gerisindeki gizli mânâları açığa çıkaran şahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.) hakikati olmalıdır. Mevcutlar ve Hâlık-ı kâinat arasındaki bağlantının merkezinde o zat (a.s.m.) yer almaktadır. Bu anlam, Âlemlerin Rabbi tarafından kâinatın olmazsa olmazı konumuna getirilmesinin nedeni olmalıdır. Varlığa mânâ kazandıran bu konum zerrelerle şekillenen alemlerin de ötesinde farklı mânâm alemlerine ve her türden aleme ulaşıyor bütün kevnleri, oluşları kuşatıyor olmalıdır. Alemlerin Rabbi’nin her ne türden hitabı varsa hepsinin anlamı ve şifresi Muhammedi(a.s.m.) gerçeklik içinde gizli gibidir. Bu ilişkiler ağı zaman ve mekân ötesi varlığın bütününü kuşatan ve kâinata adeta ruh veren bir yapı içinde gerçekleşmektedir. Bu türden ilişkilerin fizik aleme de yabancı olmadığı yeni fiziğin ölçülerinde de ortaya konmaktadır. Her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu bir alem algısında ilk atomun ve son atomun Hz. Muhammed(a.s.m.) ile bağlantısı daha kolay algılanabilir ve anlaşılır hale gelmiştir. O’nun (a.s.m.) varlığa nur kattığı hepimizi ve bütün alemi aydınlığa kavuşturduğu düşünülerse bu bedenin insan adını almış olması ve onunla (a.s.m.) aynı türden oluşumuzun ne büyük bir şeref olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Belki de zerrelerin sürekli kaynaşması onun (a.s.m.) zerrelerden yaratılmış olmasının verdiği tarifi imkânsız bir sevinç ve her zerreye şeref veren bu halin hissettirdiği mutluluktan kaynaklanmaktadır. salâvat ise bu mutluluğun zerrelerle şekillendirilmiş bedenlerden kelimelere dökülmesi ve varlık alemini kuşatan sonsuz rahmete onu (a.s.m.) vesile yapmak anlamına geliyor olmalıdır.

Allah (c.c.) ve melekleri ona salâvat getiriyorlar. Biz de bütün zerrelerimizle ve kâinatı kuşatan bütün zerreler adına ona (a.s.m.) salâvat getirmeliyiz. Çünkü o (a.s.m.) kâinat kitabının ayetü’l-kübrasıdır. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nuru o kitabın katibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer bu kâinata bir ağaç nazarı ile bakılsa o zatın nuru bu ağacın hem çekirdeği hem de en güzel meyvesi olur. Dünya hayat sahibi bir varlık kabul edilse ruhu nur-u Muhammedi olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*