Kâinata ilân edilecek hakikatler

Üniversitenin konferans salonu yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Çoğunlukla “katılmazsak hoca yok yazar” korkusuyla gelen gençler, salondaki yerlerine oturuyorlardı.

Konferansı sunacak öğretim görevlileri, aralarında başka üniversiteden gelen hocalar da olmak üzere onlar da yerlerini almışlardı. Konferansın konusu; “Toplumda adaletsiz gelir dağılımı, fakirlik, sosyal adaletsizlik ve eğitim sorunlarının giderilmesi” gibi konulardı.

Uzun uzadıya çalışmalarını anlatıyorlar, sayısal veriler sunuyorlar, kimi hocalar kendi siyasî fikirleriyle bir şeyler anlatıyorlar, uzun raporlar okuyorlar, yaptıkları tezleri saatlerce sunmaya çalışıyorlardı.

Zaten zorla gelmiş gençlerse sıkıldıkça sıkılıyorlar, “Ne kadar uzadı” diyorlardı. Tabiî aralarında katılan, soru soran, sorgulayan gençler de vardı, ama onlar da konferansın gereksiz yere uzadığını, maksadın ortada anlaşılmaz hale geldiğini fark etmişlerdi. Soru-cevap kısmına geçilmiş sorular soruluyordu.

Sonra arka sıralardan bir genç el kaldırdı. Konferansın sunuculuğunu yapan hoca, el kaldıran gence söz verdi. Genç:
“Hocam benim sorum yok, ama bütün bu konuştuklarımızı özetleyen ve asıl sorunu belirten, hem de içinde çözümünü de barındıran bir veciz söz söylemek istiyorum diye ayağa kalktı. Asrımızın büyük âlimi Bediüzzaman Said Nursî; ‘Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet ve ittifak silâhıyla mücadele edeceğiz’ diyor” dedi.

Gencin bu sözünün ardından çoğu uykuda ya da başka şeyle meşgul halde olan genç üniversiteliler, büyük bir coşkuyla alkışlamaya başladılar.

Genç, dikkatli bir şekilde etrafına bakıyordu. Az önce çok ilgisiz görünen gençlerin alkışlarına aslında şaşırmamıştı, çünkü onlar Risâle-i Nur’u, Bediüzzaman’ı alkışlıyorlardı. Beş tane ilim adamının üç saatlik konferansını öylesine bitsin diye dinleyen gençler hakikî ilmin Kur’ân ilmi, bu asırda asıl kulak verilmesi gereken âlimin de Bediüzzaman Hazretleri olduğunun farkındaydılar. Konferansı idare eden öğretim görevlisi, “Bu sözün üzerine söylenecek söz kalmadı her halde” diyerek hakperest bir tavırla konferansın sona erdiğini söyledi.

Saatlerce süren konferans Bediüzzaman’ın sözüyle bitmişti. Gencin arkadaşları yanına gelerek:

“Ya kardeşim, bu sözü konferansın başında söyleseydin hem bizi uyumaktan, hem hocaları bize zorla dinletmeye çalışmaktan kurtarırdın. Valla ne güzel sözmüş, düşmanı da mücadele yöntemine de gösterdi, sen yarın gelirken bu söz nerede yazıyorsa, sen o kitaplardan getir bize” diyorlardı.
Genç Nur Talebesi, kalbinde büyük bir sürurla okuldan ayrılıyordu. İçinde bulunduğu bu muazzam hakikatlerin değerini bir kez daha anlamıştı. “Rabbim! Bu dâvâda bizleri geceli, gündüzlü çalıştır, istikamet, sebat ve sadakat ihsan eyle, bu hakikatleri muhtaçlara ulaştır” diye duâ ediyordu.

“Bu hakikatler kâinata ilân edilecek hakikatlerdir” diyerek, bir an önce dershaneye ulaşıp, Risâle-i Nur’u okumak istiyordu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*