Kâinatın Ahengi ve Kişilik Bozuklukları

Her bir insan dünyayı kendi ayinesinde yansıyan şekli ile farklı farklı algılıyor. Adeta, aynı alem insanların ruh ayinelerinde yansıyarak kopyalanıyor ve insanlar adedince alemler oluşuyor. Her insan inançları, kişilik özellikleri, kültürü, yaşadığı toplumun kabulleri ve gelenekleri, iklim gibi unsurlarla şekillenen ve renklenen farklı bir ayinedir ve onun ruhunda yansıyan alem de bir anlamda bu ayinenin renklerine bürünür.
Ancak, bu etkileşimin tek taraflı olmadığını, her insanın ayinesinin şekillenmesi ve renklenmesinde alemden ona ulaşanların da etkili olduğunu; o kişinin içine doğduğu kültürün, yaşadığı toplumun kabullerinin, geleneklerin ve iklim gibi unsurların etkili olduğunu söylemekle ifade etmiş oluyoruz. Şu an için insanın “kendi” olarak tanımladığı özelliklerinin ne kadarı kendi özünden ya da genetik yapısından kaynaklanıyor, hangi noktadan sonra çevre faktörleri, “kendi dışı” olarak tanımlanan unsurlar etkili oluyor sorusunun cevabını vermek çok zor. Ancak bilinen bir gerçek var ki, o da pek çok faktörün karşılıklı etkileşiminden bedeni, fiziki, ruhi özellikleri ile tek fert oluşuyor. Enerjisi, konuşması, görüntüsü, duyguları, sezgileri gibi pek çok yönleri ile diğer insanlardan ayrılan, pek çok yönleri ile de diğerlerine benzeyen ama tek olan bir fert. Alem ve insan, etkileşimin sonucu ortaya çıkan farklı bir renk, farklı bir görünüm, farklı bir ses, farklı bir ahenk ve farklı bir terkip.

İşte bu hale, benliğin kişiye özel tarifine kişilik deniyor olmalı. Zahiren açık görünen ama hakikatte kapalı olan kainat kapılarını açacak, kişiye özel, dişleri diğerlerininkinden farlı ama genel görünüm itibariyle diğerlerine benzer bir anahtar. Varlığın gerisinde gizlenmiş gizli hazineleri, esma definelerini açacak bir anahtar. Farklı kişilik özellikleri ise ayineden esmanın farklı yönlerinin kabiliyetlere göre yansıtılıyor olmasından kaynaklanmalı. Buna da sebep mutlak esmanın, sınırlara sığmayacak, sınırlı varlıklarla ifade edilemeyecek sıfatların farklı terkip ve farklı versiyonlarla varlıklara dağıtılması ile sonsuzluğun sınırlılık içinde ifadesine zemin hazırlamak olmalı. “Sani-i Hakim, insanın eline emanet olarak rububiyetinin, sıfat ve şuunatının hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak, işarat ve numuneleri cami bir ene vermiştir; ta ki, o ene bir vahid-i kıyasi olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunatı uluhiyet bilinsin” şeklinde Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksad’ında yer alan Bediüzzaman’ın ifadeleri, ifade etmek istediklerimizin en güzel tercümanı. Rububiyet, sıfat ve şuunatı ifade için, varlığı manalara dönüştürecek bir düzen, ruh ve alem etkileşimini halkeden ilahi kudret, Çin ve Uzakdoğu’da daha belirgin şekilde gündeme getirildiğini bildiğimiz bir ahengi eşyada ve varlık lisanı ile hissettirmektedir. Farklı terkiplerde yansıyan esmanın parça parça gözüktüğü alemde, bütünde ya da toplumda da muhteşem bir uyum, mükemmel bir ahenk olduğu hissedilmektedir. Bütün varlıklar kendilerinde yansıttıkları özelliklerle bu genel ahenge; kainat melodisine katılırlar. Zerrelerin hareketi, elektronun dönüşü, bin bir farklı melodiyle cıvıldaşan kuşların sesleri, gök gürültüsü, dünyanın ve güneşin hareketleri, milyarlarca galaksinin ve içindekilerin hareketleri bir araya gediğinde oluşan harika bir melodidir bu.

İnsan ise bu melodiye, bu ahenge orkestra şefinin komutlarından bağımsız olarak iradi ve ihtiyari olarak katıldığını düşünüyor, en azından öyle gözüken bir hali yaşatan cüz’i ihtiyarı ile işleyişi öyle biliyor. Halbuki, umumi melodiyi bilmediği ve çoğu zaman işitemediği bu ahenge uyum sağlaması için insanın Kainat Orkestrasının Şefi’ne yönelip, onun komutlarına uyum sağlaması gerekiyor. İnsan, kendi olarak hissettiği benliğini ya da kişiliğini, yani ona kendine ait olduğunu zannettiği enstrümanlarını Ezeli Şef’in komutları doğrultusunda kullanmak ve kendi melodisini bu işaretlerle icra etmek durumunda. Bu Şef’in mesajları ise vahiy ve nübüvvet yoluyla; semavi kitaplarla, başta Hz. Muhammed (asm) olmak üzere nebilerle ulaşıyor. Benliğinizi, kişiliğinizi, hayatınızı, yani kendi melodinizi oluşturmak için ve kainatın genel ahengine uyum sağlamak için bu mesajlara uymanız gerekli. Aksi takdirde sizden hasıl olan çatlak sesler sizi ve kısmen yakın çevrenizi rahatsız ediyor, sıkıntıya sokuyor, ancak kainattaki genel ahengin oluşturduğu melodi öyle güçlü bir sesle devam ediyor ki, onu değiştirebilmeniz mümkün değil.

İşte, pek çok ruhi problemin temelini teşkil eden kişilik bozuklukları da bu ahenge uyumsuzluğun bir tezahürü olmalı. Her şeyi kuşatan rububiyet, her şeyin terbiye altında olduğu ve emir altında hareket ettiği varlığı kuşatan bir melodidir. Benliğinizi bu ahengin dışında tutarsanız paranoid kişilik bozukluğu oluşur. Size düşüyor gibi gözüken vazifeleri hakkıyla yerine getirdikten sonra ortaya çıkan hal, yani o anın melodisi en güzelidir, en mükemmelidir. Bu sizin benliğinizde, ruhunuzda yansımazsa obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu oluşur. Genel ahenkten ayrı kalmakla varlığın bütünlüğünden, kainatın melodisinden ayrıldığınızı hissedersiniz. Ardından çevre ve sosyal hayatla uyumunuz bozulur ve sonuçta antisosyal kişilik bozukluğu oluşur. Büyük bir orkestranın ancak şefin komutları ile kendi melodisini icra edebilecek bir ferdi olduğunuzu unutup, kendinizi tek başına bir melodi ve şefe ihtiyacı olamayan bir icracı gibi algılarsanız narsistik kişilik bozukluğu oluşur. Yine orkestranın bir ferdi olmaktan dolayı kazandığınız değeri gözardı eder, şefin ustalığının sizde yansımasını görmezden gelir, değersizlik hissi ile başka merkezlerden komut alırsanız, size bir özellik olarak verilmiş kendiliğiniz ve kişiliğinizin farkında olmazsanız bağımlı kişilik bozukluğu oluşur. Daha pek çok kişilik bozukluğunun kainatın genel ahenginden uzaklaşmakla irtibatını kurabiliriz.

Vahiy ve nübüvvetin insanlığa hediye ettiği mesajlara, kaynağını bilmeden de olsa riayet etmekle sağlam kişilik yapısına sahip çok sayıda insan vardır. Samimiyetle hakkı arayan psikoloji, sosyoloji, pedagoji, hukuk, psikiyatri gibi bilimler varlık lisanıyla ifade edilen vahiy ve nübüvvet verilerine ulaşmış ve bir şekilde kainatın umumi ahengini yakalamış olmalılar. Asıl kaynağının vahiy ve nübüvvet olduğuna inandığımız bu bilimsel veriler de Orkestra Şefi’nin komutlarını bir şekilde ulaştırmaktadır. Ancak komutların Şef’ten olduğunun bilinmemesiyle genel kainat ahenginin dışına çıkılması gibi bir potansiyel tehlike, varlığını her zaman devam ettirmektedir. Varlık ahengine Fahr-i Kainatın (asm) yol göstericiliği ile katılan bir mü’minin kişiliğini oluşturacak en sağlam zemin Kur’an, sünnet ve bunların üzerine oturtulacağı sarsılmaz bir iman olmalıdır. İslam dairesinde gözlenen farklı ya da kötü örneklerin temelinde sarsılmaz iman faktöründe problemler olduğunu düşünüyoruz. İslam dairesine girmek tek başına sarsılmaz bir imanı sağlamadığı gibi; akıl fenerinin aydınlığında gözlenen komutlarla ortaya konan icralar, bazen çatlak seslere yol açabilmektedir. En emin yol ve en sağlam zemin ise Kur’an ve sünnetin belirlediği istikamet ve şehevi, gadabi, akli kuvvelerin vasatından geçen hat olmalıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*