Kâinatın enerjisi: İman ve ibadet

altCenâb-ı Hak şu uçsuz bucaksız kâinatı ve mükemmel ve harika dünyamızı san’atının inceliklerini, güzelliklerini ve mükemmelliklerini göstermek için yaratmış.

Bu sebeple hayatın neresine bakarsanız bakın bir mükemmellik, bir harikalık ve doyumsuz bir güzellik görürsünüz. Kâinatın bir meyvesi hükmünde olan insanı ise bu mükemmellikleri ve güzellikleri görmek üzere iman ve ibadet için yaratmıştır. İşte insanın en mühim ve aslî görevi iman ve ibadettir. Yani şu harika ve mükemmel san’atın sahibini tasdik etmek, Onun bütün isim ve sıfatları ile Uluhiyetini ve Rububiyetini kabul etmek ve O’na ibadet ve zikirle itaatini göstermektir. Bu sebeple iman ve ibadet hem insan hayatı için, hem cemiyet hayatı için, hem dünya hayatı için, hem de şu koca kâinatın hayatı için en önemli bir değerdir. İman, ibadet, namaz, oruç, zikir, tesbihler, Kur’ân tilâveti, salâvatlar ve diğer ibadet türleri adeta insan ve kâinatın hayatı için en temel enerji kaynaklarıdır. Şu kâinatı ve içinde yaşadığımız dünyayı bir büyük gemiye benzetirsek iman ve ibadet ve zikirler bir ölçüde bu büyük geminin manevî yakıtı hükmündedir. Nasıl ki, yakıtı biten bir gemi veya vasıta hareketine devam edemez ise, kâinat da iman ve ibadet yolu ile gelen enerjisi tükendiği zaman yoluna devam edemez, tıkanır kalır. Bir nevi kıyameti yaşar.

İşte bu noktada hem şahsî hayatımız ve hem de kâinatın hayatı için Kur’ân’ı okumak ve dinlemek, hükümlerine ve emirlerine itaat etmek; Kur’ân’ı bize tebliğ eden Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) Sünnet-i Seniyyesine dört elle sarılmak; O’nun getirdiği nuru hayatımıza rehber etmek ne kadar önemli ve ne kadar kıymetli olduğunu anlamak şu dünyadaki birinci vazifemizdir. Kur’ân’ı ve Sünneti bize ders veren, onların her bir hakikatini izah ve şerh eden, imanın ve İslâm’ın bütün meselelerini akla uygun bir şekilde tefsir eden Risale-i Nuru okumak ve anlamaya çalışmak ve o prensipleri hayatımızda temel bir düstur olarak kabul etmek de bütün bu hususların birinci şartıdır. Zira Nurlar günümüzde iman ve Kur’ân’ı tanımlayan en mühim bir tefsir mahiyetindedir. İşte yukarıda izah etmeye çalıştığımız hususları bize der veren Risale-i Nurdur.

İşte bu hususa ait bazı ifadeler:

“Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (asm) dahi âsârının şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve Risalet-i Muhammediye (asm), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır. Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.” 1

“Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâisidir. Ve ahalinin istimâı, kasrın bekàsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir ki, eğer şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki, o üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.”2

Bu konuda Nurlarda bir çok ifade bulunabilir. Eminiz ki bu satırların okuyucusu olan değerli kardeşlerimiz buna benzer bir çok bölümü okumuşlardır. Hatta inanıyoruz ki, bu yazıda konu edilen hususta çok ileri bilgi sahibi olanlar da çoğunluktadır.

Peki “malûmu ilâm” kabilinden olan bu satırları niçin dile getirdik?

Sebebi şu:

Son zamanlarda gözlemlediğimiz bir gevşeklik, bir tembellik var. Günlük hadiseler, geçim zorlukları, siyasî boğuşmalar, dindarları birbirine düşürmeye çalışan fitneler, ellerimizdeki akıllı telefonlar, televizyonlardaki gereksiz ve boş tartışmalar ve diğer bazı sebepler bizi aslî vazifemiz olan iman ve ibadetten alıkoyuyor. Şahsî okumalarımızı engelliyor. Risale-i Nurlar’ın kapağını açıp bir kaç satır okumakta zorlanıyoruz. Belki de en tehlikelisi Nurlar’ın okunduğu, müzakere edildiği, ders verildiği meclislere devam edemiyoruz. Halbuki Risale-i Nur medreseleri kâinatın en büyük hadisesi olan ve yaratılışın en temel maksadı olan iman ve ibadeti ders veren yerlerdir. Nur medreselerinde okunan dersler ve müzakere edilen konular doğrudan kâinatın hayatını alâkadar eder. Bu noktada göstereceğimiz az biraz gevşeklik bile doğrudan hayat-ı kâinatı felç etmeye yeter.

Bakın Nurlar’da bu hususta ne deniyor:

“İşte, ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.”3

Unutmayalım, vazifemiz önemli ve ulvî…

Dipnotlar:
1. Sözler, s. 164.
2. Sözler, s. 180.
3. Lemalar, s. 269.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*