Kâinatın kalbi, mü’minlerin kıblesi Kâbe ve Hac ibadeti

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, yepyeni bir sevinç gözyaşlı, coşkulu, saadetli, tefekkür dolu, kudsî, muhabbet selinin sonuna yaklaşmış bulunuyoruz. Mübarek Kurban Bayramını geride bıraktık.

Mü’minler için dünyadaki en büyük gaye, ibadet, duâ, istişare, irtibat, kaynaşma, kucaklaşma, tanışma vesilesi olan harika bir hadiseyi, “hac mevsimini” geride bıraktık. Artık milyonlarca hacı, kâinatın kalbi ve merkezinden geriye; evlerine, yuvalarına dönüyorlar.

Dünyanın en eskimez, en kapsamlı, en geniş, en manalı, en önemli, en şaşaalı hadisesini bir aya yakın bir zamanda milyonlar bizzat yaşadı. Milyarların da gündemindeydi. Dakikaların değil, saniye ve saliselerin bile boşa geçirilmediği bir dikkat ve gayretle milyonlarca insan bu buluşmaya, bu yüce dâvete “Lebbeyk” diyerek, “Allahu ekber”, diyerek, “Sübhanallah” diyerek, “Elhamdülillah” diyerek, “Lâilâheillallah” diyerek binlerce icabet etti. Binlerce kilometreden, bir o kadar zahmete, masrafa, meşakkate katlanıp bu kudsî olaya ve ibadete dahil oldular, icra ettiler ve geri dönüyorlar. Şimdi mutluluğun, sevincin, saadetin, hazzın ve lezzetin dolu dolu yüküyle, manevî temizlenmenin hazzı ve lezzetiyle sevdiklerine kavuşuyorlar. Ne mutlu!

İnsanlar vardır; güzel, sevimli, vazgeçilmez, benzersiz, harika…

Olaylar vardır; unutulmaz, etkili, ibretli, tesirli ve şiddetli…

Mekânlar vardır; eşsiz, sessiz, derin, ağırlıklı, haşmetli, seyrine, yaşanmasına doyum olmaz.

“Hac” ve “Kâbe”; bütün bunları içine alan tarifi imkânsız, hazzı doyumsuz, anlatılması zor, ancak yaşanarak hissedilen, bilinen, görünen, tatbik edilen hadiselerdir ve mekânlardır.

“Ceziretü’l-Arab”, yani Arap Yarımadası… Birçok peygamber gibi, Âlemlerin Efendisinin fani vatanı.

Ve “Mekke-i Mükerreme”; beşerin nüvesi ve ilk anne–babası olan Hz. Âdem’le (as) Hz. Havva’yı buluşturan manevî zirvelerin zirvesi; “Arafat’ı” bağrında barındıran kudsî belde. Resûl-i Ekrem’in (asm) doğduğu, yaşadığı, ona beşiklik yapan, İlâhî mesajın vahiyle geldiği, üzerinde “Kâbe”yi taşıyan kudsî belde.

Ve “Medine-i Münevvere!” Âlemin Efendisini (asm) en acımasız zamanda misafir edip, kabullenen, sonra da onu ebediyen bağrına basıp saklayan, yeşil hulleli “Ravza-yı Mutahharısıyla” dünyanın incisi, gözbebeği, kudsî ve mübarek belde.

Daha sayılamayacak kadar özellikleriyle bu topraklar; mekânların sultanıdır. Bir yandan en acımasız, diğer yandan en önemli, en şerefli ve en mübarek olayların yaşandığı mekânlardır.

Evet, kâinatta eşi-menendi olmayan bir mihraptır Kâbe.

Mü’minlerin kalbinin müşterek attığı, hiçbir kötülüğün olmadığı, bütün güzelliklerin toplandığı ve merkezileştiği yerdir Kâbe.

Kâbe; dostluğa açık bir haremlik, muhalif ve düşman kisvesi taşıyanlara dahi bir selâmlıktır.

Kâbe; rahmet timsali Hz. İbrahim’i (as) semaya yükselmeye yönelten manevî merdivenin ilk basamağı ve makamını muhafaza eden eşsiz mekândır.

Kâbe; Hz. Hacer’in şefkatiyle, telâşının tecelli ettiği harika bir menzil olan Safâ–Merve’yi komşu eden farklı ve eşsiz bir mekândır.  

Kâbe; dünyanın yegâne, eskimeyen, ekşimeyen, bozulmayan, bozmayan, içinde hiçbir zararlı mikrop ve virüsü barındırmayan, içimine ve lezzetine doyum olmayan suyu “Zemzem” mu’cizesinin kuyusunu bağrında barındıran eşsiz mekândır.

Kâbe; mü’minlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrâb ve “insanlar için vaz’ edilen ilk evdir.” (Âl-i İmran, 3/96)  

Kâbe; temeli, ilâhî bir emir ve iradeyle gökler ötesi âlemlerde plânlanan, yeryüzünde henüz harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde Nebî’ler silsilesinin eliyle gerçekleştirilen ilk insanî yapıdır.

Kâbe; üzerine kurulduğu zeminin tahsisi, Âdem nebînin (as) yeryüzüne teşrîfinden yıllar önce kararlaştırılmış ve bir gün meleklerin Hazret-i Âdem’le karşılaştıklarında “Sen var edilmeden evvel bizler defaatle Kâbe’yi tavaf ettik” diye itiraf ettikleri safiyetin timsalidir.

Kâbe; arzın merkezinden “Sidretü’l–Müntehâ”ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd–i nûrânî; “nurdan sütun”un yeryüzünde mücessem bir temsili ve kesitidir.

Kâbe; saliselerin bile atlanmadığı ve her an görünür–görünmez milyarlarca temiz ruhun, bütün hücre, beden, ruh, kalp ve hisleriyle can atıp vuslat aradığı; eşi, benzeri olmayan bir cübbeli binadır.

Kâbe; yeryüzündeki bütün mabedlerin anası, “Allah’ın evi” manasının tam karşılığı olan “Beytullah” olarak yâd edilen kudsî mabeddir.

Kâbe; her yıl dünyanın “yedi iklim, dört köşesinden” büyük, küçük, yaşlı, dertli, fakir zengin, beyaz, siyah, sarı; her ırk ve kademeden ehl–i imânın, uçak, vapur, otobüs, yaya ve otomobillerle onun yumuşak, yemyeşil ve ötelere açık sıcak iklimine koştuğu hedef noktadır.

Kâbe; inananların bütün günlük endişe ve telâşlardan sıyrılarak, sırtındaki sade, temiz ve beyaz urbalarıyla, tarifi imkânsız bir imrendiriciliğe ulaştığı ve âdeta meleklerle ahbablık ve arkadaşlık ettiği adresin adıdır.

Kâbe; dünya yüzünde yapılacak en değerli, en kârlı, en güzel, en saadetli olduğu kadar en zorlu ve imtihan dolu “seyahatin” cazibe merkezi ve nişanesidir.

Kâbe; ilk görüşte insanı kendinden geçiren, ayaklarını yerden kesen, tarifi imkânsız, anlaşılması zor, ulvî duyguların en çığlıklı sesi ve işareti olan gerçek manada “ağlamaya” adeta mecbur kılan bir haşmet ve görünüşün tecessüm etmiş muhteşem resminin adıdır.

Fazla söze hacet yok! Bütün bunları bu yıl yaşayan milyonlarca “hacı” artık yavaş yavaş; ülkelerine, evlerine, yurtlarına, dünyevî sevdiklerine geri dönüyorlar. Orada bir “milâd” yaşadılar. Kendini bilenler manevî pas ve kirlerinden gerçek manada temizlendiler. Nasibi az olanlar da bu kutlu ve mutlu grubun hürmetine inşaallah Rablerinden affa ve mağfirete nail oldular. Ne mutlu onlara!   

Kâbe’yi yıkmaya çalışıp perişan ve rezil olan “Ebreheler” hiçbir zaman bitmedi, bitmeyecek. Manevî cihadın zirve noktalarından en önemlilerinden birisi-–lâyık ve sorumlu olanlara—muhakkak ki “hac farizesidir.” Ömürde bir defayla da bu farz icra edilmiş olur.

Ama aslolan “manevî cihadın” bir ömür boyu durmadan, son nefese kadar devam ediyor olmasıdır. “Ebrehelerin” yıkma ve tahrip plânlarından ibret derslerini çıkarıp, hidayet güneşine kavuşacak potansiyel Müslümanlara ulaşmanın cihadı ve gayreti son nefese kadar devam edecektir. Her mü’minin bulunduğu mekânda gönül ve kalp “Kâbelerini” inşaa etmeyi hedefleyip tahrip ve yıkıma karşı gerekli tedbirleri alması en büyük inşa ve cihad hareketidir.

Ümidimiz odur ki, dünyanın dört bir yanından bu mukaddes beldelere gelen, bu yılın milyonlarca yeni mübarek hacılarının o kudsî mekânlarda ettikleri duâlar kabule karin olmuştur. Cenâb-ı Hak’tan niyazımız, en başta İslâm coğrafyasındaki kanın durmasına bu duâlar inşaallah vesile olur.

En büyük manevî Kâbelerden birisinin de vücut memleketindeki “kalp” olduğunu unutmadan, o “Kâbe”yi tamir ve mamur etme gayretlerinin İslâm âleminde, ülkemizde ve camiamızda tazelenip yeşillenmesini arzu ve niyaz ediyoruz.

Bütün İslâm âleminde mü’minler arasında, yepyeni uhuvvet, kardeşlik, samimiyet, irtibat, ittifak, ittihad hallerinin icra edilmesini niyaz ediyoruz. En büyük temennimiz ve hedeflerimizden birisi el ele, gönül gönüle, ihlâs ve samimiyetle Rabbimizin rızasına uygun hizmet ve faaliyetler içerisinde olma arzusunu devam ettirebilmemizdir.

Kâbe’yi görmeyenlere, bu doyumsuz farzı yerine getiremeyenlere en kısa zamanda buna nail olmalarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ediyoruz. Gidenlerin de hiç olmazsa “umre” ibadetiyle tekrar kan tazeleme ve yenilenmelerini temenni ediyor ve duâ ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*