Kalpleri cilâlamak

alt

Yunus’un peşine düşüp gidelim, Tanışalım, işi kolaylayalım Muhabbetin potasında pişelim, Kararan kalpleri kalaylayalım.

Eskiden kalaycılar vardı, yaz mevsiminin bitiminde, sonbahar başlarında köylere gelirler, çay kenarına veya bir söğüt altına çadırlarını kurarlar, sonra da köyün içine dağılarak “Kalaycı geldi hanımmm, bakır kaplar kalaylanır!” diye bağırırlardı. Köylü de evde bulunan tencere, tava, tabak, bakraç ve kazan gibi ne kadar kap kacak varsa getirir, kalaylatırdı. Kalaylı bir helkeden, kalaylı bir tas ile içilen suyun da tadı bir başka olurdu.

Bakır kaplar uzun süre kalaylanmazsa, içleri kararır, paslanır ve içindeki gıda maddelerini de zehirlemeye başlar. Onun için bu kapların en az senede bir defa kalaylanması ve parlatılması gerekmektedir. Eğer gereken bakım yapılmaz ve kalaylanmazsa, bu kaplar zamanla kararır, paslanır ve çürümeye başlar. Hatta içindeki yemeği zehirleyecek kadar zararlı bir hale gelebilir.

Kalplerimiz de en az kaplarımız kadar bakıma ve korunmaya muhtaçtır. Kalbe giren her bir günah, siyah bir leke olarak kalbin çeperlerine bulaşır. Bu lekelerin sayısı arttıkça, kalp kararmaya devam eder. Karardıkça paslanmaya, çürümeye ve içindeki duyguları da zehirlemeye başlar. Zamanında tedbir alınıp gerekli bakım ve temizliği yapılmazsa, Allah korusun, içinde taşıdığı iman, ahlâk, merhamet ve fazilet gibi duyguları öldürür, kendisi de çürür gider.

Bir cihazın veya bir makinenin nasıl çalışacağını, bakımının nasıl yapılacağını ve arızalandığında tamirinin nasıl olacağını, o cihaz veya makineyi yapanlar bilir. Her firma ürettiği malın tamir ve bakımı için servisler açar ve ürünlerinin tamir ve bakımı oralarda, yetkili servisler tarafından yapılır. Ayrıca bir de her ürünün yanında, onun nasıl çalışacağını anlatan, tarif eden kataloglar verilir.

Kalp de Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı ve insan vücuduna taktığı bir cihazdır. Vücudumuzun Mucidi olan Rabbimiz, kabimizin nasıl bir cihaz olduğunu, görevlerini, temizlik ve bakımının nasıl yapılması gerektiğini bizlere Kur’ân-ı Kerîm’inde bildirmiş, Resul-i Ekrem (asm) vasıtasıyla da talim ettirmiştir. Kalp, maddî hayatımızın medarı olan bedenimize kan pompalarken, manevî hayatımızın menbağı olan ruhumuza da ebedî hayatımızın âb-ı hayatını pompalar. Kalbin mahiyetini, Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur’da şöyle ifade eder: “Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır.” Buradan anladığımıza göre kalp, şeklen çam kozalağına benzeyen bir et parçası olsa da, aslında Cenâb-ı Hakk’ın terbiye ettiği, akıl, fikir ve vicdan gibi duyguların yansıdığı bir aynadır. Aynamız ne kadar temiz ve berrak olursa, aynaya düşen görüntüler de o kadar net, temiz ve düzgün görünür. Kirli, paslı ve puslu bir ayna, en güzel görüntüleri de kirli ve çirkin gösterir.

Kalp aynı zamanda imanın muhafaza edildiği bir mekândır. İman gibi, iki cihan saadetinin sermayesi olan bir hazineyi, elbette en güzel, en temiz, en parlak bir mekânda muhafaza etmek gerekir. Yani kalbimizin her zaman tertemiz, kalaylı kap gibi olması lâzımdır. Maddî bedenimizi beslemek için muhafaza ettiğimiz gıdaların temiz ve kalaylı bir kapda bulunması için gereken hassasiyeti gösterirken, manevî hayatımızın gıdalarını temiz bir kalpte muhafaza etmeye dikkat etmezsek, ne kadar gaflet ve hamakat içinde olduğumuz ortaya çıkar.

Kalbin en önemli vasıflarından birisi de, bir Misafirhane-i Rabbaniye olmasıdır. Bir Hadis-i Kudsi’de Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:  “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” (El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14) Demek ki kalp, Rabbimizi misafir ettiğimiz bir mekândır. Evimize bir komşumuz misafirliğe gelecek olsa, ortalığı toparlar, sağı solu siler temizleriz. Bu misafir, büyük bir makam ve mevki sahibi ise, evler tepeden tırnağa temizlenir, silinir, boyası ve badanası yenilenir. Parkeler, mermerler ve mobilyalar parlatılır. Neticede gelen misafir de bizim gibi bir insandır. Ama kalbimize Rabbimiz misafir olmaktadır. Böyle bir imana ve şuura sahip olan bir insan, acaba o kalbe toz kondurmak ister mi? Günah kirlerinin, kin, nefret, hased ve husûmet lekelerinin kalbini karartmasına müsaade eder mi? Şayet kalbine bir leke düşecek olsa, bir an önce o lekeyi silip, temizleyip ondan kurtulmak istemez mi?

Bir başka Kudsî Hadiste Cenâb-ı Hak, “Ben kulumun kalbine günde yetmiş defa nazar ederim” buyuruyor. Demek ki kalbimiz aynı zamanda bir “nazargâh-ı İlâhidir.”

Toplum içine çıkarken, bir toplantıya katılırken, elbisemizin temiz ve ütülü olmasına dikkat ederiz. İnsanların nazarına temiz ve düzenli görünmek isteriz. Peki Rabbimizin nazar ettiği kalbimizin kirli, paslı ve perişan olmasına gönlümüz razı olur mu hiç? Kalbimizi de en temiz, en parlak ve en güzel bir şekilde Cenâb-ı Hakk’ın nazarına arz etmek istemez miyiz?

Peki, bizim için bu kadar önemli ve değerli olan kalbimizin bakım ve temizliğini nasıl yapacağız? Evimizi temizlerken önce lüzumsuz eşyaları çıkarır atarız. Temizliğe engel olan malzemeleri ortadan kaldırırız. Kalbimizi temizlemeye başlarken de önce, dünya sevgisi, mal, mülk, makam ve mevki hırsı, fâni ve faydasız muhabbetler gibi lüzumsuz duyguları kalpten çıkartıp atmak gerekir. Allah’ı anmak, kalbi parlatacaktır. İman nuru ile aydınlatmak, ibadet ve istiğfar suyu ile yıkamak, sonra da zikir ve tesbihat cilâsı ile cilâlamak, kalbin korunması için yeterlidir. Görüldüğü gibi hiç de zor bir iş değildir. Bunları yapmak, dünya işlerine mâni olmadığı gibi, temiz bir kalple yapılan dünya işlerinde de güzel ve parlak neticeler alınır.

Yazımızı, kalplerin tabibi, gönüllerin mahbubu olan Allah Resûlü’nün (asm) kalp temizliği hakkındaki bir Hadis-i Şerif’i ile noktalayalım:

“Paslanan her şeyin bir cilâsı vardır. Kalbin cilâsı da ‘Estağfirullah’ demektir.” [Deylemi]

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*