Kanayan yaranın cerrahı yok mu?

İnsan nesli yaradılışından bu güne kadar sayısız afet, musîbet, salgın hastalıklar ve savaşlarla karşı karşıya kalmış, buna rağmen fıtrî sağlığını ve vücut savunma sistemlerini muhafaza ederek, neslini birçok zararlı tesirden koruyarak, inayet-i Rabbanî ile idame ettirmiştir.

Ne var ki, son yarım asırda sayısı ve muhtevası kontrol edilemeyen kimyasal katkı maddelerinin saldırı ve kuşatmasıyla, harabiyete ve yok edilmeye, nefes kesen bir hızla insanlık erken bir kıyamete yönlendirilmektedir. Bu işlemler de, insanlar uyutularak yetkililer de başka işlerle meşgul edilerek dünya çapında, özellikle de kalkınmakta olan ülkelerde, gayet açık bir şekilde uygulanmaktadır. İnsan hayatının ve neslinin tahribatına çaba harcayan bu kuruluşlar, insanları hasta ederek, yüksek kârlar elde edip, ülkelerin sağlık harcamalarıyla, millî hasılalarını eriterek kalkınmalarına da engel olmaktadırlar. Kalkınamayan bu ülkeler de, konforlu ve tam teşekküllü hastaneler inşa edip, hizmete sunarak kalkınıp, mutlu olacaklarını hayal ederler.

Yaradılış kanunlarının, kimyevî bilgi ve maddelerle tahribatına çalışan bu kişi ve kuruluşların, suret-i haktan görünerek oynadıkları bu oyunu şu parlak gerekçelerle maskelemektedirler. Ürünlerin, raflarda daha uzun süre bozulmadan kalmasını sağlamak, hacimli ve güzel gösterme (renk, tat, kıvam, parlaklık yönleriyle) amacıyla imal edildiğini öne sürmektedirler. Oysa ki, gayeleri sağlıklı, besleyici gıdalar değil, sadece kuvve-i zaika’nın aldatılmasıyla doyma hissini sağlayan bir kimyevî madde harmanı hazırlanmasıdır. “Tüm insanları tek tip beslenme, gizli açlık yaşatma, bağımlı kılma, ürünleri gizemli hale getirme hırsıyla insanları kısırlaştırmak”1 ve çeşitli yeni nesil hastalık faktörlerini körüklemektir. Şurası da unutulmamalıdır ki, bu kimyevî katkı maddeli yiyecekleri üreten firmalar ve çalışanları, hiçbir zaman kendilerinin ürettiği ürünleri tüketmeyerek, ihtiyaçlarını farklı özel kaynaklardan karşılamaktadırlar.

(E) sembolüyle ifade edilen emülgatör kimyevî katkı maddeleri, farklı canlı, cansız maddelerden, petrol gibi kimyevî ürünlerden elde edilmektedir. Her geçen gün artarak yayılan endüstri kimyevîleri, tüketici toplulukları, maddî-manevî dejenerasyonlara sürüklemektedir.

İnsanlığa kurulan bu tuzağın ilk farkına varanlarından Dr. Henry G. BİELLER, bundan yarım asır önce (1965) şunları söylüyordu: “Eğer bir doktora, beslenme rejimiyle korkunç bir hastalık olan kanser arasında bağlantılar bulunduğunu söyleme cesaretini gösterirseniz, delirmekte olduğunuzu düşünür ve size acır. Sun’î kimyevî maddeler bizi o kadar uyutmuş ki, aynı maddelerin yıllardır yiyeceklerimizin içinde bulunduğunu düşünmez olmuşuz. Tedavi ettiğim bütün hastalarımda beslenme ile hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğunu gözlemledim. Öyle ki, yiyeceklerin miktar ve türünü değiştirerek tümörleri dahi iyileştirdim. Kükürtsüz sebze ve meyvelerle beslenmeye başlamak bile birçok hastalığın hem oluşumunu engeller hem de tedaviyi kolaylaştırır. Gerçek şu ki, insanlara acı çektiren hastalıkların yüzde 80-85’i kendi kendine iyileşen hastalıklardır.

YETER Kİ SAĞLIKSIZ SENTETİK ŞEYLERLE BESLENMEYİN!”2

Üzülerek belirtelim ki, mutfaklarımız bir kimya laboratuvarı haline getirilmiştir. Bu sentetik gıdalarla beslenmemiz sonucunda gençlerimiz ve yaşlılarımız sağlıklı bir hayat yaşayamadıkları gibi, yeni doğan bebeklerde bile acip hal ve hastalıklara rastlanmaktadır. Bazılarının Avrupa ülkelerinde kullanımı yasaklandığı halde, bizde serbest kullanılan bu kimyevî katkı maddeleri insan sağlığını tahrip ettiği gibi, toprakta yaşayan vazifeli küçük canlılar ile bitki ve hayvanların fıtrî hayatlarını da tahrip etmektedir. Bu kimyevîler toprakta depolanıp bitki, hayvan ve insanlar arasındaki sirkülasyonda, tekrarlanan zamanlarda devam ederek tahribat süreklilik kazanır. En garibi ve şaşılacak bir kullanma alanları da, ilâç endüstrisinin olduğudur. Bu yıkımlar yalnız insan organizmasını değil, sosyal ve ekonomik dengeyi de olumsuz etkilemektedir. Bu zararların, yapılan bir araştırma sonucunda belirlendiğini, yayınlanan rapordan anlayabilmekteyiz. “İlâca, Avrupa ortalamasının iki katı para harcayan Türkiye, sağlık sektörünün en hızlı büyüdüğü ülkeler listesinin başlarında yer alıyor. Küresel sermayenin piyasa araştırma ve süreç yönetimi şirketlerinden biri olan Deloitte’nin Türkiye ofisince hazırlanan ‘Türkiye’de sağlık ekonomisi ve ilâç sanayi 2011’ isimli raporu, bozulan sağlığımız yüzünden artan sağlık harcamalarının sevindirici olduğunu şu cümlelerle dile getiriyor: “Türkiye’deki sağlık harcamalarının son 10 yılına baktığımızda sevindirici gelişmeler görülmektedir. Türkiye’de toplam sağlık harcamalarının, gayrı safi yurtiçi hasıla’ya (GSYH) oranı, binyılın başında (2000’de) yüzde 4.9 iken, 2007 yılında ise yüzde 6’ya yükseldiği anlaşılmaktadır.” Birilerinin çok sevindiği sağlık harcamamız yıllık 50 milyar dolarları bulmuştur. 75 milyonluk bu ülkede, yılda 600 milyon dolayında doktor müracaatı vardır. Her yıl her yüz kişiden 12’si ameliyat edilmekte, her yüz kişiden 16’sı hastaneye yatmaktadır. Her şahsın ortalama sekiz-on hastalığı var. Peki, NEDEN BU HALDEYİZ?”3

Son derece hızlı bir şekilde korkunç sonuçlara ulaşmaya başlayan, kimyevî katkı maddelerinin, beşeriyete açtığı yaraların kanamasını durdurup tedavi edecek (pansuman tedbir değil), yetkili ve etkili otoriteler ufukta dahi görünmemektedir. İnsan neslini bu kimyevîler fırtınasından koruyup, kurtaracak merhametli, şefkatli ve güçlü eller, ümit ve hasretle beklenmektedir. Unutulmamalıdır ki, oynanan bu oyunun bir tarafında bizler de bulunmaktayız. Bize düşen de araştırmak, sorgulamak ve KARARAN ÇEVREMİZE BİR MUM YAKMAKTIR. Zira karşı tarafın en çok korktuğu şey araştıran, sorgulayan ve çevresini uyandırmaya çalışan, uyanmış insandır. Bu mesele geçiştirilecek, kulak ardı edilip ertelenecek bir problem değildir. İnsanlığın acil çözüm bekleyen, en büyük problemlerinden birisi olduğunu beyinlerimize nakşetmeliyiz.

Tükettiğimiz bütün gıdalarla harmanlanan, kimyevî katkı maddelerini, özellikle de (E) emülgatörlerini detaylarıyla tesbit edip, korunma kalkanımızı ne kadar dikkatle kullanabilirsek, o derece korunmuş olacağız. Bu konuyu sürdürerek, daha da açmaya çalışacağız.

Hayatın sağlıklı idamesi için gerekli olan gıda maddeleri sadece mantar ve mikroplar tarafından kirletilmemektedir.
Beslenmedeki kirlilik, endüstri ürünü olarak hazırlanan gıdaların, kontrolsüz şekilde kimyevî katkı maddelerinin, hayatî tehlikeler doğurmasıyla, beslenme özelliğini de kaybederek kirlenmesiyle meydana gelmektedir. Hatta mikrobik kirlenme, kimyevî katkı maddeleriyle kirlenmenin yanında daha az zararlı ve masum kalmaktadır, diyebiliriz. Endüstri ürünü ve canlılık özelliğini kaybetmiş bu gıdaların ortaya çıkardığı problemler ile organizmamıza giren bu ürünlerin çoğu, bazen çok ağır da olabilen zararlı etkilere sebep olur. Yaygın bir şekilde kullanılan bu maddeler, özellikle çocukluk devresine ait ürünlerde kullanıldığında, çok tehlikeli olabilmektedir. Ancak gelişmiş ülkelerde, uyanık kamuoyunun ısrarıyla, bu maddeler arasında çok tehlikeli olanlar, yasa dışında bırakılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, her şekilde kullanılmaları kontrol altına alınamamaktadır.

Emülgatör’lerin (E) gıda, ilâç, deterjan, kozmetik, ağız bakım ürünleri gibi birçok sektörde kullanıldığı gerçeklerini göz önünde bulundurarak, insan sağlığını tehlikeli derecede olumsuz etkileyenlerini, kısa bilgilerle sıralayarak özetlemeye çalışacağız. E 101: İki cinsi bulunmaktadır. Gıda renklendirici olarak kullanılıp, etiketlerde RİBOFLAVİN olarak yazılmaktadır. GDO’lu maddelerden sentetik yollarla elde edilir. Pastırma, bezelye konservesi ve başka gıdalara karıştırılmaktadır. E 102: Açık kimyevî adı TARTRAZİN olup, sentetik yoldan elde edilmektedir. “Maden suları, meyve suları, şerbetler ve gazozlar gibi aromalı içecekler, yenilebilir buzlar, dondurmalar, tatlılar, bisküvi, kek, pasta, çikolata, şekerlemeler, jöleler, sakız, bezelye konservesi, ilâç ve kozmetik ürünlerinin yanı sıra el jelleri ile sabunlar ve deterjanlar gibi ürünlerde yaygın olarak kullanılır. Türkiye’de organikler hariç, her türlü gıdada kullanımı serbesttir. Kullanımındaki risklerine gelince, tiroid tümörü ve kromozom hasarına sebep olabilir. E 210-E 215 kombinasyonları sonucunda, çocuklardaki hiperaktivite (ADHD sendromu) vak’alarının büyük yüzdesini oluşturur. Ayrıca çocuklarda zekâ (IQ) gerilemesine sebep olabilir. Astım benzeri belirtiler gözlenmiştir. Allerjik reaksiyonlar oluşturur. Norveç’te kullanımı yasak olup, mutlaka sakınılması gerekmektedir. Benzer yan etkiler E 110’da da görülmektedir.”4 E 104: Renklendirici olarak maden suları, meyve suları ve gazozlar gibi aromalı içecekler, dondurmalar, tatlılar, fırıncılık ürünleri, reçel, jöle, marmelatlar ve şekerlemelerde kullanılır. Zararlı etkileri ise, çocuklarda hiperaktivite, zekâ gerilemesi, astım, göz bozuklukları, uykusuzluk ve karaciğer kanserine sebep olabilir. Deri allerjisi ve burun iltihabına sebep olduğu rapor edilmiştir. E 951 (ASPARTAM) ile birlikte alındığında, sinir hücrelerini tahrip ettiği tesbit edilmiştir. Sentetik olarak elde edilen bu kimyevî maddeden mutlaka sakınılmalıdır.“ E 120: Bilinen ticarî adı KARMİN’dir. Ham ve saf olmak üzere iki şekilde kullanılmaktadır. Kaktüslere yapışarak, canlılığını sürdüren bir böceğin vücut ve yumurtalarından elde edilmektedir. Renklendirici olarak kullanılan E 120 (karmin) gıda, ilâç, yaygın olarak da dondurma, meyveli yoğurtlar, sakız, süt ürünleri, pasta ve kekler, lokumlar, şekerler, jelatinli tatlılar, çikolatalar, soslar, salam, sosis ve pastırmalar, reçel, marmelatlar, kola ve gazozlar, vişne suyu gibi meyve suları, köfteler kahvaltılıklar gibi çok sayıda yiyecek ve içecekte bulunabilir. Türkiye’de organikler hariç, her türlü gıdada kullanımı serbesttir. İnsan vücuduna verdiği zararlara gelince; astım ve allerjik reaksiyonlara sebep olduğu, bazı insanlarda allerjik reaksiyonların en şiddetlisi olan anafilaktik şok’a yol açtığı bildirilmiştir. Michigan Üniversitesi’nden Dr. BALDWİN başkanlığındaki bir heyet, Karmin Anafilaksisi olarak bilinen ciddî bir allerjik reaksiyona sebep olabileceğini ispatladı. Corinne GUEDET, karminin sebep olduğu riskleri şu şekilde sıralıyor: hiperaktivite, astım, egzama ve uykusuzluğa sebep olduğu ispatlanmıştır. Kanser gelişmesine yol açtığını ve insan bedeninde biyolojik değişime sebep olabileceğini yayınlamıştır.”5 Bu kimyevî maddeden mutlaka sakınılmalıdır. E 122- E 123- E 124 ile E 129’lar da yaklaşık olarak aynı tesir ve sonuçları meydana getirir.

Avustralya, ABD, Danimarka, Belçika, İsveç, İsviçre ve Norveç’te yasaklanan E 127, ERİTROSİN olarak bilinmektedir. Kahvaltılıklar, dondurma, buzlu içecekler, şekerleme, jöleler, aromalı içecek, sakız, pastacılık gibi birçok gıda üretiminde renklendirici olarak kullanılmaktadır. Gıda endüstrisi dışında ilâç, kozmetik, temizlik ürünlerinin renklendirilmesinde, endüstriyel madde olarak yer almakta ve gereksiz yere, bu ürünlere karıştırılıp, zararlı hale getirilmektedir. Oysa bir ilâç tabletine veya gıda maddesine renk vermenin hiçbir mantığı olmadığı gibi, ilâç ve gıdaların kullanım gayelerine de tamamen aykırıdır. Bu zararlı kimyevî katkı maddelerinin zararları ise “güneş ışığına duyarlılığından dolayı, insanlarda ışığa duyarlılığın yükselmesine sebep olur. İyot metabolizmasına zarar verir. Bazı veriler hiperaktiviteyi yükselttiğini göstermiştir. Astım, ürtiker, uykusuzluk, allerji, tiroid bozuklukları, genetik hasarlar ve kansere sebep olur. Mutlaka sakınılması gereken bir kimyevî maddedir.”6 E 131- E 132 de hemen hemen aynı amaçlarla kullanılmakta ve aynı zararlarından dolayı sakınılması gerekmektedir. On yıl öncesine kadar serbest kullanılan E 128: ABD, Avustralya, Kanada ve Japonya’da kullanımı yasaklanmış olup, 27. Temmuz. 2007’de AB ülkelerinde de yasaklanmıştır. 1. Kasım. 2007’de Türkiye’de de kullanımı yasaklanmıştır. Uzun yıllar boyu insanlara kahvaltılıklar, salam, sosis ve hamburger köftelerinde yedirilen ve sonra da yasaklanan bu maddenin tahribatından etkilenenlerin görecekleri zarar ne ile giderilecek ve nasıl izah edilecektir? İnsanlar, özellikle küçük çocukların aldığı bu maddenin zararlarını ileri bir zamanda göreceğini bekleyebiliriz. Bilerek uygulayanların, bilip te söylemeyenlerin ve geç engel olanların vicdanları sızlamalıdır.

E 133: Mavi renkteki bir sentetik gıda boyasıdır. Maden suları, meyve suları gibi aromalı içecekler, dondurmalar, tatlılar, bisküvi, kek, pasta, çikolata, şekerlemeler, sakız, bezelye konservesi, ilâç ve kozmetik ürünlerin yanı sıra el jelleri ile sabunlar ve deterjanlar gibi ürünlerde yaygın olarak kullanılır. Türkiye’de organik ürünler dışında kullanımı serbesttir. Yan etkileri ve riskleri ise, bazı kişilerde aşırı allerjik reaksiyonlara sebep olabildiği gibi hiperaktivite, astım, uykusuzluk ve kansere sebep olur. Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İsviçre, İsveç ve Norveç’te yasaklanmıştır. Mutlaka sakınılması gerekmektedir. Acaba neden bu kimyevîlerin zararları bilindiği halde, gıdalarımıza karıştırılmaktadır? Bilmemiz, sorgulamamız ve gereğince davranmamız en akıllı bir yol olacaktır.

İnsanları beslemeyen sahte gıda maddelerinin, binlerce kimyevî katkı maddesi ile tüketenlerde bağışıklık sistemini tahrip ederek, biriken toksinlerle insan sağlığını alt üst eden sayısız hastalıkları tetikler.
Vitamin, mineral değerlerinden içi boşaltılan, kimyevî katkı deposu bu gıdaların, bizleri yalnız fizik bünyemizle değil, aynı zamanda psikolojik dengelerimizi de hedefleyip, bozguna uğratmaktadır. Özellikle hedef kitle seçilen çocuklar ve gençlerin en çok tükettiği gıdalar, kimyevî katkı ve dolgu maddeleriyle cazip hale getirilmiştir. Bu aldatıcı ve tahripkâr kimyevîleri tanımaya devam ediyoruz. Nesillerin sağlığı ve devamı söz konusu olduğundan, konunun ibretle ve ilgi duyularak, usanmadan takip edilmesi gerektiğine inanmalıyız.

E 150: KARAMEL olarak. Dört şekilde sınıflandırılıp, kahverengi gıda renklendiricisi olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Daha çok genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) mısırdan elde edilir. En yaygın kullanma alanı çikolatalar, kolalar ve ekmeğe kahverengini vermek için kullanılır. Unlu mamuller, sirke, salamura, kahvaltılık tahıllar, reçel, jöle ve marmelatlar, salam, sosis, köfte ve çorbalar, şekerlemeler, süsleme ve kaplama malzemeleri, dondurmalar, soslar ve çeşni maddelerinde kullanılır. Türkiye’de organikler hariç, her türlü gıdada kullanımı serbesttir. “İnsan sağlığına olan zararları ise, vücuttaki B6 vitamini emilimini azalttığı ve nörolojik bozukluklara yol açtığı tesbit edilmiştir. E 621 ile birlikte kullanıldığında kansere ve genetik mutasyona (gen değişimi ve bozulmaları) sebep olur. E 150’nin bağırsak problemleri ve allerjiye sebep olduğu da ispatlanmıştır. Mutlaka sakınılmalıdır.”’7 E 151 de aynı gaye ile kullanılıp, birçok ülkede yasaklanmıştır. E 153- E 154- E 155’ler ise, siyah ve kahverengi görüntüyü sağlamak için gıda, ilâç ve kozmetik ürünlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlardan mutlaka sakınılması gereklidir. E 153 kanserojen ihtimaliyle ABD’de kullanılması yasaklanmıştır.

E 160 grubu: Bilinen 6 çeşidi bulunmaktadır. Gıdaların renklendirilmesinde kullanılır. İki çeşidinin (e-f) bilinen yan etkileri yoktur. GDO’su değiştirilmiş bitkilerden elde edilir. KAROTEN, PAPRİKA (kırmızıbiber ekstraktı), LİKOPEN (domates) olarak çeşitli tereyağları, margarinler, eritme peynirler, çerezler, tablet ve draje şeklindeki ilâçların dış yüzeylerini kaplamada ve yaygın olarak, hazır gıdaların çekiciliğini arttırmada da kullanılmaktadır. Avustralya’da yasaklanan bu maddelerin, Türkiye’de organik ürünler dışında her türlü gıdada kullanımı serbesttir. Mutlaka sakınılması gerekmektedir. E 161 grubunun ise, 11 çeşidi bulunmaktadır. Bitkisel kaynaklardan sentetik yollarla elde edilip, gıda renklendiricisi olarak kullanılmaktadır. Sekiz çeşidine katkı maddesi olarak kullanılmaya izin verilmemektedir. E 161b (LUTEİN), tavuk yemlerine yumurta sarısının sarılığını arttırmak amacıyla da eklenir. Vücutta allerjik etkiler göstermektedir. E 161g, turuncu gıda renklendirici olarak kullanılır. “Karaciğerde geri dönülemez bir soruna yol açar. Kristalleri retinada birikebilir ve ciddî göz sorunlarına yol açabilir. Türkiye’de organikler hariç her türlü gıdada kullanımı serbesttir. E 161’in her çeşidinde mutlaka sakınılmalıdır.”’8

Gıda etiketlerinde ve ilâç prospektüslerinde TİTANYUM DİOKSİT olarak tanıtılan E 171, mineral sentetik bir maddedir. Gıdaların beyazlaştırılmasında özellikle boya ve kaplama olarak gıda ve ilâç başta olmak üzere, diş macunları, sakız, beyaz leblebi ve kabartma tozlarında kullanılmaktadır. E171 kanserojen olabileceğinden dolayı Almanya’da yasaklanmış olup, Türkiye’de organikler hariç gıdalarda kullanılması serbesttir. Mutlaka sakınılması gereken bir maddedir. “E173 (alüminyum), E174 (gümüş), E175 (altın) ve E180 gibi emülgatörler metal kaynaklardır. Çok sayıda ülkede yasaklanmış olup, Türkiye’de organikler hariç kullanımı serbesttir. Çeşitli zehirlenmeler, allerji, kan yapısında bozukluklar, Astım, uykusuzluk, Hiperaktivite ve çeşitli kanserlere sebep olmaktadırlar. Birçok ülkede yasaklanmış olup, bu maddelerden mutlaka sakınılmalıdır.’’9

Sizleri bu konuda daha fazla sıkmamak için bir virgül koyarak, ileri bir zamanda tekrar devam edeceğimizi belirtelim. Etrafımızın zehirli kimyevî katkı maddeleriyle kuşatıldığı bu zamanda, nefes alabilecek pencereleri arayıp bulmak gayretimizin devam edeceği ve bulduğumuz o tedbirleri uygulayarak sağlığımızı inayet-i Rahman ile muhafaza etmeye çalışarak, elimize alacağımız büyüteçlerle pür dikkat araştırıp, sorgulamamız gerektiğini yakın çevremize bıkmadan anlatmalıyız.

SAĞLICAKLA KALIN

Feyzullah Ergün

Dipnotlar:
1- Kemal ÖZER, Yediklerimiz İçinde N(E) Var? s. 26 Hayykitap 2013.
2- Age. s. 8.
3- Age. s. 7.
4)Kemal ÖZER, Yediklerinizin içinde N(E) var? s. 63, hayy kitap 2013.
5) a.g.e. s. 65.
6) a.g.e. s. 68.
7) Kemal ÖZER, Yediklerinizin İçinde N(E) Var?s. 72. hayykitap 2013.
8) a.g.e. s. 76.
9) a.g.e. s. 80.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*