Karıncayı gözeten bir din, benî âdemin hukukunu nasıl ihmal eder?

Image

Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder?
 
Evet, îmanlı fazîlet, medâr-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tegallüb etmek fazîletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevâzu ile hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. 
 
Târihçe-i Hayat, s. 165 

*** 

 

Suâl: Gayr-ı müslimlerle nasıl müsavi olacağız? 

Cevap: Müsavat ise, fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise şah ve gedâ birdir. Acaba bir şeriat, karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdem’in hukukunu ihmâl eder? Kellâ… Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) âdî bir Yahudi ile muhakemesi ve medâr-ı fahriniz olan Salâhaddin-i Eyyûbî’nin miskin bir Hıristiyan ile mürafaası, sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim. 

 

Münâzarât, s. 66 

 

*** 

 

Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşrûasında şâhâne serbest olsun. “Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.) nehyinin sırrına mazhar olsun.

 

Münâzarât, s. 57

 

***

 

Sual: Nasıl hürriyet imânın hassasıdır? 

 

Cevap: Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet… 

 

Münâzarât, s. 59 

 

*** 

 

İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: 

Yani, İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek… Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakk’ın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hâssasıdır. 

 

Hutbe-i Şâmiye, s. 66 

 

***

 

Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâübâlicesine hareketlere müsait bir zemin ise, herkes şahit olsun ki, o saadet-saray-ı medeniyet tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel, vilâyat-ı şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mim’siz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kal, şarkî Anadolu’nun dağlarında tam mânâsıyla hükümfermadır.

 

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 53

 

LÛGATÇE:

 

medâr-ı tahakküm: Tahakküm, zorbalık sebebi. 

tegallüb: Galip gelme, üstün çıkma, baskın olma. 

müsavat: Eşitlik. 

gedâ: Fakir, kimsesiz. 

tâzib: Acı çektirme, sıkıntı verme. 

benî Âdem: İnsanoğlu, âdemoğlu. 

kellâ: Asla, öyle değil. 

imtisal: Uyma, sarılma. 

medâr-ı fahr: Övünme sebebi. 

mürafaa: Yüzleşerek muhakeme olmak. 

şehamet-i imaniye: İmandan kaynaklanan kahramanlık ve cesaret. 

seyyiat: Kötülükler. 

abd: Kul.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*