Kastamonu Lâhikası’nı okurken

Doğu veya Batı

altRisale-i Nur Külliyatı’ndan, bu dehşetli Ahirzaman fitnelerinden kurtulmak üzere istifadeye koyulanların dünyalarındaki değişiklikler; mizaçları, fıtratları, bulundukları ortamları ve ihtiyaçları kadar renklilikler arz ettiğini mutlaka görmüşsünüzdür.

Nurlardan bir kitaba veya derse muhatap olmuş insanların, aynı konuda yüzlerce farklı mana çıkarmaları sizce de garip değil mi? Kur’ân’ın deryasına dalanların birbirlerinden çok farklı ve çeşitli mücevherlerle çıkmaları nasıl mantıkî görünüyorsa, Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’dan aynı dersten yüzlerce muhatabın yüzlerce ayrı ders almaları, o kadar mantıkî kabul edilmeli. Buradaki farklılığın, yukarda arz ettiğimiz üzere; mizaç, fıtrat, ihtiyaç ve beklentiler kadar çoklukla ortaya çıktığını tekrarlayabiliriz.

İsterseniz şu yazımızda, Hz. Üstad’ı, uzaktan uzağa Kastamonu’daki hayatının bir bölümünde hayalen takip edelim. Bilhassa dünyamızın uğradığı dehşetli İkinci Cihan Harbi kışının ilk günlerine gidelim. Bazen Kastamonu Kalesi’nin Nasrullah’a bakan burçlarında, ayaklarını kale bedeninden aşağı sarkmış haldeki tefekkür ve tezekkürünü, bazen de Karadağ’da tarassutlardan kısmen azade telifatlarını takip edelim. Âyetü’l Kübra, Münacaat, Risale-i Hasbiye ve teşehhütteki ulvî mânâları kendilerinden dinlerken; onun aynı zamanda; hem İslâm Âleminde ve hem de dünyada çarpışan Ahirzaman kuvvetlerinin cephe haberlerini, bir sinema perdesine aksetmişçesine bize tasvir ettiği savaş sahnelerini, en büyük harp dâhîlerinin kestiremedikleri yüksek stratejileri, iman hakikatleri arasında görürcesine işitirsiniz.

Şeriat-ı Ahmediye’ye bugünlerde ihanetler çoğalınca, bütün Türkiye’de olduğu gibi Kastamonu’da depremin şiddeti artacaktı. Dinsizliği rejim olarak benimsemiş Rusya’da değil de, depremin daha çok Türkiye’de olmasının hikmetini, global tarassutlarla izah eder, Bediüzzaman. Fakat, Türkiye dışında ve bilhassa Avrupa’da başlayan felâketle Avrupa Medeniyetinin, tam bin senelik zenginliğini kaybedeceğini haber verir. Zira Avrupa Medeniyetini temsil iddiasındaki İngilizler Sevr Antlaşmasıyla Âlemi İslâm’a ihanet edince, dünyanın her yerindeki İngilizler; ölüm ve savaş korkusuyla titreyeceklerdi.

Bediüzzaman’ın hayatında rüya denilince, İstanbul’un işgali hengamesindeki meşhur sonbahar rüyası hatıra gelir. Hayattan ve gerçekten daha berrak bu sâdık rüyayı yeni talebelerine, Sünuhat Risalesi üzerinden ders vermesinin önemli bir sebebi vardır. Zira rüya yirmi sene sonra, 1939’da tekerrür etmiştir. Bu defa ilginç yeni bir soruyla karşılaşır, Bediüzzaman: Türkiye İkinci Dünya Savaşında Almanlarla beraber olsaydı, hem Osmanlının kaybettiği topraklara tekrar kavuşacak, hem İslâm dünyası bir araya gelecek ve hem de ezeli düşmanlarımızın önü kesilecekti… Neden “sağır da kör gibi hareket etti,” sorusunun cevabı ilginçtir. Türkiye’deki şeriat dışı rejimin Hicaz’a girip mukaddesleri tahrip etmemeleri için kader, dahî geçinen bu adamların hem gözlerini ve hem de kulaklarını hakikatlere kapattı o günün millî şefi, diyor Bediüzzaman.

Geçmişinden, vatanından, sevdiklerinden ve Isparta’daki sevgili talebelerinden hoyratça koparılan Bediüzzaman’a Ahmet Nazif koşunca dünyalar kendisinin oluyordu, Kastomonu’da. Nasıl olmasın ki… Kahraman dostu şehit Enver Paşa’nın yadigarı Nazif Çelebi ile Eski Said’in hatıraları yeni Said’in halvetiyle iç içe gergeflenecekti. Tüccar Nazif, İstanbul sahaflarda Sünûhat ve Münâzarât’ı bulup getirince, Medresetü’z Zehra’nın sınırları yeniden genişleyecekti. İnebolu’nun Isparta Medreset’üz Zehra’sını küçücük bir şube olarak takip ettiği bugünlerde, Üstad talebelerine en büyük sevdası olan Medresetü’z Zehra’nın tarifini Kastamonu’da yeniden seslendirir.

Polislerin tarassut için daima şeffaf tutukları pencere Üstad’a manevî bir ekran olmuş; İkinci Dünya Savaşı’nda Mesih’in Savaş sahasındaki Zafer haberlerini bu ekran aracılığıyla talebeleriyle paylaşır. Alman ve İngilizler’in en dahî gazetecilerinin ihata edemedikleri bu dehşetli Dünya Savaşı’nın bir çok önemli sahnesini Kastamonu Lâhikasında görenler, Bediüzzaman’ın manevî şahsiyetini daha yakından tanıma fırsatı buluyorlar.

Dış cereyanların mütemadiyen milletimizi siyasî tarafgirliklerle parçalara bölünmesi, o günlerde de vuku bulduğunu Nazif’in üstadına yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Bediüzzaman’ın, insan- lığa ve Müslümanlığa ihanet etmiş İngilizlerin arkasında saklandıkları örtüyü de Kastamonu Lâhikasında çekip atıyor. Hürriyetçi, liberal, demokratik ve insaniyetperver geçinen bu milletin hakikî demokrasiye, insaniyete ve doğru hürriyetlere (bilhassa İngiltere dışındaki coğrafyalarda) yaptığı ihaneti böylelikle görmüş oluyoruz. Günümüzde; Arap Âleminde ve bilhassa Körfez ülkelerinde yaptığı gibi…

Kastamonu Lâhikasını dikkatlice okuyanlar, Bediüzzaman’ın haber kaynaklarını mutlaka merak edeceklerdir. İkinci Dünya Savaşı’na iştirak etmiş milletleri ordularıyla tasvir ederken, Mesih’in nefesinin Asya’ya doğru ılgıt ılgıt esmeye başladığını hisseden Ankara hükümetindeki değişiklikleri de anında tespit etmiştir, Said Nursî. İkinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü şartlarından istifade eden millî Şef’in, inkılabın hata ve kusurlarını M. Kemal’e fatura etme gayretini görürcesine talebelerine haber veriyor. Mesih’in Ayak seslerini yalnızca Marangoz Ahmet’in rüyası ile işitmiyor, İsmet’in uzattığı zeytin dalını da bir başka Rüya vesilesiyle talebelerine bildirecektir. Hükümetin barış çabalarının da boşa çıkaracak “üst aklın“ tahriki ile devlet, Üstad’a zulmün şiddetini devam ettirecekti. Kökü Avrupa’da ve birçok mensubu hükümet nezdinde çalışan o dehşetli dinsizlik cereyanı, ajanlarıyla Bediüzzaman’a nefes aldırtmamaya çalışıyorlardı. Onlar maddi tazyiklerle, Kur’an’ı şavkının Kastamonu’dan Türkiye’ye ve Avrupa’ya aksini durdurabileceklerini zannediyorlardı.

Kastamonu Lâhikasını okuyan kişinin durduğu yerin ve hayata bakış açısının önemi şu yazımızda da kendisini ele verdi. Hükümet konağından ahaliye dinlettirilen Kemalist Radyo ve tek partinin gazetelerinden uzak duran Bediüzzaman’ın, hayata ne kadar kucaklayıcı baktığını, yine onun sevgili talebelerine yazdığı mektuplardan öğreniyoruz. Karadağ’da, üstadımızın dizi dibinde; Emin, Feyzi, Hilmi, Tahsin ve Tevfik ile İkinci Dünya Savaşı yıllarını Nur’un ekranlarından takibe devam edeceğiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*