Kayıp değerler

Yaşlı insanlar geçmişi yâd ederken genellikle acı bir “ah” çekerler. “Nerede o eski günler” diye o günlere duydukları özlemlerini dile getirirler. Bu günkü gibi ulaşım ve haberleşme imkânlarının olmadığı, televizyon diye bir cihazın bilinmediği, hızlı tren ve duble yolların bulunmadığı, hayatı kolaylaştırdığı kabul edilen buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi yardımcı araçların olmadığı zamanlara özlem duyarlar.

Geçmişte yaşadıkları fakirliğe, çektikleri çilelere, yaşadıkları zorluklara rağmen, “onlara ah çektiren nedir?” diye baktığımız zaman, huzur, güven, vefa, dostluk, merhamet, yardımlaşma, dayanışma, komşuluk gibi değerlere duydukları özlemi görüyoruz. O zaman insanlar belki maddeten fakirdi, daha ağır işlerde ve zor şartlarda çalışıyorlardı, daha çok yoruluyorlardı, ama daha mutluydular. Daha güvendeydiler. Kapılar çelikten, korkuluklar demirden değildi. Esnaf camiye giderken dükkânın kapısını kilitlemezdi. Çelik yelekli, robot görünümlü polisler yoktu. Sokaklarda çelik panzerler, tomalar dolaşmaz, polisler gaz bombası ve plastik mermi atmaz, belki suçlulara bir tokat atarak asayişi sağlarlardı. Çocuklar sokaklarda, toprak zeminlerde oynardı. Çocuk kaçırma, çocuk istismarı, hele çocuk cinayeti hiç akıllardan geçmezdi. Komşu komşunun çocuğuna göz kulak olurdu.

Bugün vahşice işlenen çocuk cinayetlerinin katillerini “insanlıktan mahrum, vicdansız, vahşi gibi” sıfatlarla anarken, bu sıfatların insan ruhunda nasıl yer bulduğuna şaşıyoruz. Neleri kaybettiğimizi daha iyi anlıyoruz. Halbu ki, “hayat boşluk kabul etmez” kuralınca, insan ruhu da boşluk kabul etmiyor. Kalplerde Allah korkusu, iman, güzel ahlâk, vicdan, merhamet, fazilet gibi insanî değerler olmazsa, bu boşlukları vicdansızlık, vahşet, dehşet, insanlıktan sukut gibi hayvanî hasletler dolduracaktır. Koklamaya kıyamadığımız gül yüzlü masum yavruları vahşice katleden cânilere lânet okurken, onların nasıl olup da bu kadar insanlıktan uzaklaştıklarını daha iyi tahlil etmek gerekiyor. Bunların içerisinde en önemli olanı da Allah korkusudur.

Yukarıda saydığımız değerleri kaybettiğimiz için bugün çocuklarımız kayboluyor, vahşice cinayetlere kurban gidiyorlar. Kalbinde iman, merhamet ve vicdan gibi duygular taşıyan bir insan, bir tahta kurusunu öldüremez, bir karıncaya kıyamaz, bir yeşil otu kopartamaz. İnsanı bu derece duyarlı hale getiren, ne ilimdir, ne teknik, ne de medeniyettir. Ne çevre duygusu, ne kanun korkusudur. O insanı bu kadar duyarlı hale getiren vicdan, merhamet güzel ahlâk, adâlet  duygusu ve Allah korkusudur.

Mehmed Âkif bir şiirinde, “Ne irfandır ahlâka veren yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” diyor.

Atalarımız da, “kork Allah’tan korkmayandan” diyerek, böyle insanların şerlerinin sınır tanımadığını ifade etmişlerdir.

Demek ki Allah korkusunu kaybedenlerin, başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Onlardan her türlü şer ve fenâlık, cânilik ve cinayet beklenir.

Kalplerde Allah korkusu kaybolduktan sonra, ruhlarda kemâlat adına ne varsa kayboluyor. İnsanlık tamamen sukut ediyor. Ondan sonra da çocuklar katlediliyor, sokak ortasında kadınlar öldürülüyor, annesini ve babasını evden kovan ve onları döven evlâtlar yetişiyor. Sonra da “neden bu hale geldik” diye halimize hayret ediyoruz.

Neden bu hale geldiğimizin tek sebebi, kaybettiğimiz bu manevî değerlerdir. Onları bulup kalbimizin ve ruhumuzun boşluklarını doldurmadıktan sonra, bu halden kurtulmamız mümkün değildir. Kayıp değerlerimizi bulmak için de, doğru yerde aramamız gerekmektedir. Nasreddin Hoca’nın samanlıkta kaybettiği yüzüğünü bahçede aradığı gibi ararsak, abesle iştigal etmiş oluruz. Kayıplarımız manevî değerler olduğu için, mânevî alanlarda aramalıyız. Onları ancak iman gözüyle, Kur’ân ışığı altında ararsak bulabiliriz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*