Kemalizm affetmiyor…

AKP-cemaat çatışmasının perde arkasını göremeyen gazetecilerimizin yorumları akıllara ziyan… Bu kavgayı kim çıkardı, çıkaranların hedefleri ne olabilirdi, bir türlü müşahhaslaştırılmayan “dış bağlantılar!”la ne kastediliyordu, gibi sorular hep havada kaldı. Başta cemaatler, sivil toplum ve millet iradesinin içine yuvarlandığı kaosu magazin türü yaklaşımlarla nasıl izah edeceklerdi? Kavganın asıl sebep ve köklerine inmeyenler, tarih önünde büyük vebale maruz kalacaklardır. Şu tartışmaların tamamında, ipin iki tarafını da elinde tutan Kemalistlerin yeni başarılarla tekrar sahne alma ihtimalinden ehl-i feraset iyice kaygılanmaya başladı.

Türkiye’mizdeki kaosun veya ihtilâlciliğin köklerine inmeden veya anatomisini öğrenmeden siyaset sahnesine çıkanların acıklı ve hüzünlü hikâyelerine, yeni yeni hikâyelerin eklenmesinden korkulan günlerin arefesindeyiz. Yeni cumhuriyetin dünya tarihinde bir başka milletin yaşamadığı girift ve nifak dolu bir temel üzerinde kurumduğunu söyleyenler her gün biraz daha haklı çıkıyor.

KEMALİZM İHTİLÂL DEMEKTİ…

İktidar hırsı ve dünya menfaatleri, milletin reyleriyle gelmiş siyasetçilerin basiretlerini köreltse de, tarih Kemalizm ile komünizm arasındaki bağlantı ve birlikteliği mutlaka yazacaktır. Devrimci sol veya modern bolşeviklerin kendisiyle iftihar ettikleri Leo Troçki’nin, Kemalizmin kurucularından Dr. Nazım’ın talebesi olduğu, en azından ilhamını ondan aldığı yavaş yavaş gün ışığına çıkmaya başladı. İslâm âleminin ilk demokrasi hamlesini boşa çıkartıp Osmanlıyı ümitsizliğe düşüren 31 Mart ihtilâlinin Kemalist ihtilâllerin ilki olduğunu da öğreneceğiz. M. Kemal’in henüz orduda rütbe alamadığı zamanlarda, Osmanlı hürriyetçilerinin Paris’teki çekirdeğine sızmayı başaran Dr. Nazım ve Bahattin Şakir gibi demokrasi karşıtlarının organize ettikleri bu ihtilâli, Kemalist ihtilâlciliğin başlangıcı kabul etmeyenler, sonraki süreçte meydana gelmiş İzmir suikastı ve Menemen olayı bahaneli darbelerle, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat gibi ihtilâlleri de kabul etmeyecekledir. Hayalî ve vehmî düşmanları Kemalist ihtilâlcilerin yerine ikame edeceklerdir. Kemalizmin mahiyetini cehaletlerinden veya korkularından dolayı öğrenmeye yanaşmayanların, Kemalizmin sebep olduğu cinayetleri yalnızca İsmet Paşa’ya ve 1938 sonrası Halk Partisi’ne yüklemeye çalışmalarının, tarihî hakikatleri karartmadan ibaret olduğunu ferasetli insanlarımız biliyorlar. Sosyalizm Kemalizmden önce çıkmış olabilir. Fakat M. Kemal’in 1917 Bolşevik İhtilâline bedel 1789 devrimini referans alması, iddiamızı doğuruluyor. Yani ihtilâlcilikte Kemalizm komünizmden önce gelir.

GİZLİ İKTİDAR VERDİĞİNİ ALIR…

Tarihin garip bir tecellisidir: I. Dünya Savaşı Selanikliler Hanedanını Osmanlı devamındaki Türkiye’de iktidara taşıdı. Tehcirle Anadolu’dan sürülen Ermenilerin emval ve statülerine kondular. Vesayetle sahip oldukları genç Türkiye’yi nifak, tedhiş, korku ve rüşvetle idare ettiler. II. Avrupa’nın veya hür dünyanın tazyikiyle çok partili döneme geçtiklerinde; nifak ve rüşvet silâhlarını daha çok kullandılar. Kendilerini devlet yerine koyan Kemalistler veya hanedanın Ticanîler’den başlayarak günümüze dek nifak ve rüşvetle harekete geçirdikleri yüzlerce grubu ve sokak organizasyonlarını az çok bilirsiniz. Meselenin en garip yönü, hangi cemaate maddî imkânlar ve para vermişlerse, işini gördükten sonra, o aletlerini kırıp paralarını geriye almalarıdır.

Kemalizm devriminin çekirdeklerinden, Ermeni tehcirinin mimarlarından ve kendisini devletin ta kendisi kabul eden Şükrü Kaya’nın şöhret bulmuş bir ifadesi meselemize ışık tutabilir. Onun sarf ettiği “Bu memlekete lâzım olduğunda komünizmi de, turancılığı da biz getiririz” sözü hanedanın idaredeki psikolojisini açıkça izah ediyor. İşte devlet adına herhangi bir gruba, cemaate, partiye veya sivil toplum örgütüne yardım ettiklerinde, onları kayıtsız şartsız hanedanın emrine amade görmek istemişler. Bazı dindarlarımız ve milliyetçilerimiz de akıbeti düşünmeden girdikleri bu yolun netice itibariyle helâkete gittiğini maalesef iş işten geçtikten sonra anlamışlar.

KEMALİZM SOFRASINA OTURMUŞLARIN HAZİN SONU

Devrimlerini devam ettirmek uğruna meşrû-gayri meşrû her türlü tarzı kendilerine mübah gören Kemalistlerin maddî kuvvetlerini İkinci Avrupa’dan veya Bolşeviklerden aldıklarını önceki yazılarımızda da arz etmiştik. Fukara halkın servetini, iktidarlarını idame yolunda nasıl çar çur ettiklerine dair yüzlerce tarihî anekdot okuyoruz. Kendilerini milletin lânetinden kurtarmak için İslâmcı, milliyetçi veya solcu yüzlerce organizasyona sarf ettikleri paraları da zaman zaman gazeteler yazmıştır. Belki başka iktidarlar ve hanedanlar da bu yola tevessül ediyordur. Fakat nifak ile milletini taraflara bölüp cepheler oluşturarak karşıtlarını ifna yolunda diğer devrimciler çok gerilerde kalırlar. Onların mahiyetini anlayamamış dindarlarımızın, siyasal İslâmcılarımızın, bazı tarikat ve cemaatlerin Kemalizm sofrasından yemeleri, bize geçmişte zillet içinde hüsrana yuvarlananların akıbetlerini tedai ettirdiğinden, insaniyet ve İslâmiyet adına telâş ediyoruz.

ELHASIL: Fitnekârlık noktasında daha ileri olan Kemalistler, millet olarak cehaletimizden, humkumuzdan, hırsımızdan, garaz ve intikam duygularımızdan istifade ederek bizi paramparça ediyorlar. Yalnızca onların mahiyetini bilenler zelil olmaktan kurtulabiliyorlar. Komünizm bozulmuş bir dine ve ahlâken sarsılmış bir topluma hücum etmişken; Kemalizm insanlığın tek umudu, hak din olan İslâma, Asya kıt’asının bekçisi Türk milletine, dünya barışının dayanağı olan İslâm birliğine ve genel ahlâka saldırıyor. Öyle zalimâne saldırıyor ki, rüşvet olarak yedirdiği bir lokmayı, söz konusu cemaat, siyasal İslâmcı iktidar ve sivil topluma kusturmadan yakasını bırakmıyor. İsterseniz 1909’dan başlayarak bilhassa 12 Eylül’den sonra hız kazanan Kemalist devrime bir de bu açıdan bakalım. Çok garip ve müthiş şeyler göreceğiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*