Kemiyet ve keyfiyet dengesi

İman ve Kur’ân hakikatlerine hizmet eden İslâm fedailerinin dikkat etmesi ve önemsemesi gereken ve olmazsa olmazları olan bir takım prensip ve ölçüleri vardır. Onlara riayet ettikleri nispette rahat bir ortamda hizmetlerini sürdürürler.

Risale-i Nur hareketinin pusulası hükmünde olan muhtelif lâhika mektuplarında bu ölçüler vardır. Bütün İslâma hizmet grupları gibi biz de hedef kitlemizi büyük tutuyoruz. Zira âhirzaman müceddidi kimliğine sahip Üstad Bediüzzaman Hazretlerine gönül veren dâvâ adamlarının “En birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hatta avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi” (Emirdağ Lâhikası s. 457) her şeyin üstündedir.

Bediüzzaman, şeker fabrikasında çalışan işçilere, trende çalışanlara, pilotlara, çiftçi ve çobanlara, hâsılı kiminle karşılaşsa onlara imanı muhafaza etmenin ve beş vakit namaz kılmanın zaruret ve faziletinden bahseder ve onları âhiretlerini kazanmaya yönlendirirdi. Geniş kitlelere iman hakikatlerini tebliğ ederken, kemiyet içinde keyfiyete önem verir ve dâvâ adamları yetiştirirdi. Zira “Risale-i Nur bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var; erkânlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatı var. Erkân dairesine liyakati olmayan, Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla, dost olabilir.” (Kastamonu Lâhikası s. 359) Bahsi geçen hakikate binâen, bizler herkese ve her kesime iman hakikatlerini tebliğ etmek ve onların amel-i salih dairesinde hayatlarını sürdürerek imanla kabre girmelerine hizmet etmek durumundayız. Ancak unutmamalıyız ki, “Risale-i Nur’un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz. Vazifesi tebliğdir; kabul ettirmek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Hem kemiyete ehemmiyet verilmez.” (Kastamonu Lâhikası, s. 376) Buradaki kemiyete ehemmiyet verilmezden maksat, geniş kitlelere tebliğ yapılmaz anlamında değil, Allah’ın rızasını asıl maksat yapmak anlamındadır. Zira “Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etba ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için istenilmez, belki bazen verilir. Evet, bazen bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin [sayı çokluğunun] ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazen bir adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhiye medar [vesile] olur.” (Lem’alar, s. 376)

Bahsi geçen mânâları fiilen nefsinde yaşayan Bediüzzaman, binler adamın irşadına vesile olurken, İslâm fedaisi özelliğinde keyfiyet ve kalitesi olan dâvâ adamlarını yetiştirmeyi de başarmıştır. “Kemiyet keyfiyete nispeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-ı ihlâsla, her şeyin fevkinde hakaik-ı imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünkü o on adam, tam o hakikati her şeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveselerle, o kutbun derslerini, ‘Hususî makamından ve hususî hissiyâtından geliyor’ nazarıyla bakıp, mağlûp olarak dağılabilirler. Bu mânâ için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.” (Emirdağ Lâhikası, s. 143) deme büyüklüğünü göstermiştir.

Evet, hedef büyük tutulmalıdır. Vazifemiz büyük ve umumîdir. İmanlar sarsılmış ve tehlikededir. Keyfiyet özelliği taşıyan dâvâ adamları, kemiyetin içinden çıkacaktır. İhlâs dairesinde, hizmet noktasında, âzamî şevk ve gayret mânâsında âzamî hırs ve kanaatsizlik gösterdiğimiz halde, neticelerine kanaat etmekle mükellef olduğumuz hepimizin bildiği bir gerçektir. “Kemiyetin keyfiyete nispeten ehemmiyeti yok” diyerek mevcuda iktifa ve kanaat etmek, himmetsizlik ve gayret noksanlığıdır.

Bir zaman, bir gruba mensup iki arkadaşla sohbet ederken bana “Siz bu hizmet anlayışınızla kitleselleşemezsiniz. Marjinal bir grup kalmaya mahkûm olursunuz” dediler. Ben de “Bizim ne pahasına olursa olsun, illâ kitleselleşelim diye bir hedefimiz yok. Biz, çeşitli dillerde tercümeler yaparak bütün dünya insanlığına tebliğimizi yapar, neticeyi Cenâb-ı Hakk’a bırakırız. Kaldı ki, bizim dünyanın farklı kıt’a ve devletlerinde hizmet merkezlerimiz vardır. Ancak bizim asıl hedeflediğimiz şey, rıza-yı İlâhî dairesinde, Risale-i Nur’un meslek ve meşrep prensiplerini koruyarak, Nur Hizmetinin orijinal tarzını gelecek nesillere aynı şekilde aktarmaktır. Bundan dolayı bizler marjinal değil, orijinal bir hizmet grubuyuz” dedim ve hakikat-i hâl de böyleydi.

Evet, kemiyet mânâsında hedef kitlemiz geniş halk tabakaları olmalı, fakat onun içinden keyfiyetli ve kaliteli dâvâ adamlarını da çıkarmalıyız. Onlar da zaten çok kalabalık olmazlar. Ama hizmeti de genelde onlar taşırlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*