Kıbrıs Türk kesiminde mi, yoksa Rum kesiminde mi?

Tehlikeli bir soru… Yalnız bu sorunun muhatapları yurtdışındaki Türkler değil. Olaya yalnızca “maddî menfaat” zaviyesinden bakıp, muhatabını “vatan hainliğiyle” suçlamanın da çok basitlik olacağını düşünüyorum. İnsanımızın derd-i maişet ve hakk-hürriyetleri için Moskova’da ve hatta Sibirya’da yaşamayı göze aldığı bir zamanda Kıbrıs Rum kesiminde yaşamanın cazibesi kendiliğinden ortaya çıkar.

Köprülerin altından çok sular aktı. Artık manevî değerlerden soyutlandırılmış ve Kemalizmin kaba ideolojisiyle desteklenmiş “milliyetçiliğe” kimsecikler rağbet etmiyor. Ulusculuk yalnızca başkentin bir semtini çağrıştırabiliyor. İnsanlar, insanî değer ve hürriyetlerden mahrum, ekonomik sıkıntılarla iç içe ve maddî-manevî fukaralığa zorlandığı takdirde, düne kadar düşman olduğumuz komşu devletlerdeki hayatı vatanlarına tercih edebiliyorlar. Bulgaristan’daki soydaşlarımızdan Jivkov’un zulmünden kaçanların bugün ceplerini ısıtan “Bulgar pasaportunun” mahiyeti ortada iken Kemalistlerin hamiyetfürûşluk adına; AB’ye girerseniz Kıbrıs elden gider tavırlarına, Kuzey Kıbrıslıların pek aldıracakları yok. Ülkemizdeki hukuksuzluğu ve hürriyetlerin çiğnendiğini medenî ülkeler çoktan tesbit etmiş durumdalar. Bu ülkelerin safına geçmenin ilk şartı; temel insan haklarına saygı olduğu bilindiği halde, ülkeyi bu cendereye sokanların iyi niyetlerinden bahsedilemez.

Türkiye’yi gizlice idare edenler Kıbrıs meselesinde faturayı sayın Denktaş’a çıkaracaklar. Sepeti seyrek dindar bazı politikacılarımız da bu istikamette Kemalistlere yardım edip duruyorlar. Halbuki koca ömrünü bu dâvâya vererek ağacı yeşil tutma uğruna hayatını ortaya koyan Denktaş herkesten önce Kopenhag kriterlerine saygılı ve dinî özgürlüklere taraftardır. Hayatı ve eserleri bunu gösteriyor. Demek ki Kıbrıs’ı bu hale getiren yine derin devlet imiş. Nifak, çatışma, iğfal ve gerilim politikaları bizi hem ekmeğimizden, hem de hürriyetlerimizden mahrum bıraktı. Bir zamanlar Türkiye’deki yasaklardan dolayı dindar aileler çocuklarını Kuzey Kıbrıs’taki üniversitelere göndermişlerdi. Bir yıl geçmeden yasak—Denktaş’ın rağmına—bu bölgeyi de içine almıştı.

Bugünlerde de yine Kıbrıs’ta dindarlara yeşil bir ışık yanıyor, fakat bu defa Rum kesiminden. Tüm okullarda başörtüsü serbest imiş. Şu Rumlar bir akıllılık yapıp Türkçe ve İngilizce eğitim verecek okullar açsalar, inanınız ki birden bire zengin olurlar. Bir taraftan; uyuşturucu, beyaz kadın ticareti ve uluslararası terörü besleme suçlarıyla kirlenmiş sicillerini temizleyecekler, diğer taraftan da insanlığa büyük hizmette bulunacaklarından başta İslâm ülkeleri ve AB olmak üzere milletlerin takdirlerini kazanacaklardır. Bizimkiler de hayalî “kırmızı çizgileriyle” avunup dursunlar. Bu ülkenin insanlarını kırmızı çizgilere hapsedenlerin vatanını sevdiklerine inanıyor musunuz? Hem de AB ve ABD bizi ilgilendiren politikalarında insanımızın lehinde düzenlemelere gidince kırmızı şeritlerin pembeleştiğini görüyoruz. Türk milletinin izzet, şeref ve haysiyetini düşünenler Anadolu halkını hakk ve hürriyetler noktasında AB’nin gerisinde bırakmamalı değiller mi?

Kuzey Kıbrıs ve vakıf üniversitelerinin kapıları yüzlerine kapanan dindar çocuklarımız Macaristan ve Avusturya üniversitelerine yönelmişlerdi. Binlercesi de Almanya’daki akrabalarının yardımıyla buraya geldiler. Şayet Kıbrıs Rum Kesiminde yasaksız okullar açılacak olursa, inanıyorum ki on binlerce aile güneye akacak. Kıbrıslı Rumlar da fabrika işletircesine okullardan gelir elde edecekler. Başörtüsü düşmanı Kemalistlerimiz bunu engelleyebilirler mi? Yapsalar yapsalar buradan gelecek diplomalara; Ezher, Şam ve Ummü’l Kura üniversitelerinden gelen diplomalara yaptıkları muameleyi yaparlar. Yani devlet dairelerinde onları tanımamak. Bununla ilim inkâr mı edilmiş olunur?

Bu satırları yazarken sıkıldığımı fark ediyorum. Şu ülkeyi milletiyle birlikte dünyaya gülünç hale getirenlere milliyetçi denilir mi? Türkiye’nin ekonomik ve siyasî alanlarındaki açılımlarına mani olanlar ancak hamiyetfûruşlar olabilir (milliyetçilik satanlar).

Çocuğunu inançlarından dolayı Amerika’ya gönderdikten sonra “Başörtüsü öncelikli meselemiz değildir” diyenlerin hâlini hayretler içinde izlemeye devam ediyoruz. Bu gidişle korkarız ki kadere fetva verirler. Millet iradesi yerine, kulağını Ankara’nın soğuk betonlarına dayayıp “derin devleti” dinlemenin faturası hiç de hoş olmaz. AB ve ABD’yi Kıbrıs seçimlerine müdahil eden kararsız tavrımız bizi her iki nimetten de edebilir. Dik durmayı “derin devlet” ve millî birliğimize göz koyanlara karşı bekliyoruz, milletin isteklerine karşı “dik durmak,” milletin teveccühüne mazhar olanlara yakışmıyor. Vergilerle ekonomik yönden, yasaklarla da sosyal yönden mengeneye sıkışmış insanımız, dini dışlayan bayatlaşmış milliyetçilik nutuklarına aldırmadan Kuzey Kıbrıs yerine Güney Kıbrıs’ta yaşamayı tercih ederse çok da ayıplanmamalı derim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*