Kimliğimize uygun yaşıyor muyuz?

Avrupa kıta’sında her dil ve ırktan yaşayan milyonlarca Müslüman var. Sadece Türkiye’den gidenlerin sayısı bütün Avrupa’da 4-5 milyon civarında olsa gerek. Burada, bizim vatandaşlarımızdan kaç ülkeye ne kadar insan yaşadığının dağılımının bir hesabını yapmak yetkililer kadar ehli hizmete de düşen bir vazifedir diye düşünüyorum.

Zira sorumlu ehli hizmetin: bu insanların manevi ve kültürel yapısına yapılacak hizmetlerin planlanmasında o­nların sayıları ve sosyal statülerinin tespiti önemli bir başlangıç noktasıdır. Hesapsız ve plansızlıktan dolayı, kaybedilecek manevî mirasın faturaları maalesef çok ağır oluyor. Kitle hareketlerine hazırlıksız yakalanan ve çıkmaz girdaplara sürüklenen genç ve körpe nesillerin kayıplarını da telafi imkanımız kalmayabiliyor.
İşte yeni bir örnek yaklaşmakta olan ve ciddi manada düşünmemiz lâzım gelen “Yıl Başı” çılgınlığı ve ya “Yeni Yıl” sendromuna konuyu getirmek istiyorum.
İnsanlık için günü birlik “çılgınlığın” en büyük göstergelerinden olan bu afet aslında arz kürede yaşanan “tsunamilerden” çok daha dehşetli bir şekilde insan denen ve eşrefi mahlukat olan o mükerrem varlığın kalp, ruh, akıl, fikir ve bedeninde bizzat yaşadığı çok daha büyük bir felâket, bir Tsunami ve deprem! Öyle ki, son yıllarda maneviyattan koparılmış bilhassa da geçliğimizin, en büyük bir kimlik bunalımı, başıbozukluğu ve sorumsuzluğunun bir göstergesi ve belgesi haline geldi.
Masum bir kutlama sınırlarından çok daha ötede, kendini kaybetmenin, tahribatın, farklı, aykırı ve intihardan başka bir şey olmayan dehşet verici bir manzaranın şaşkınlık veren bir fotoğrafı ve gerçeği haline geldi..
Müslüman ülkelerde bile bu akıl dışı görüntüler yaşanırken, Avrupa’da bulunan ve ömrünün baharında olan genç kuşaklarımıza sahip çıkmanın ve bu tahribattan en az yara ve zararla kurtarmanın yollarını hep birlikte aramalıyız.
Bir gecelik bile olsa, maddiyat simsarlarının tuzaklarına düşebilecek genç ve dinamik ciğerparelerimizi ve kendimizi bu yangından mutlak uzak tutmanın tedbirini akılcı, mantıklı, Kur’anî ve peygamberî metotlarla almanın yollarını aramalıyız.
Olayı; “Bizim” kültürümüze tam oturmasa da, batıdan gelen rüzgarla, batı felsefesinin hakimiyeti doğrultusunda bir vakıa olarak görmek gerekiyor. Maalesef olay masum bir “Yeni Yıl” değişikliği adı altında kontrolsüz hale getirilmeye çalışılıyor. Mimsiz medeniyetin bütün tuzak ve oyunlarının vizyona sokulmasıyla kitleler farklı bir fırtına ile amansız bir girdaba ister istemez sürükleniyor. Bu durumda bu girdaba hemen hemen herkes bir şekilde giriyor ve de etkileniyor. O zaman bu hadiseyi görmezden gelmek yerine nasıl müspete kanalize edebilirize kafa yormak lâzım.
Bir “geçmiş yıl hesabı”nı ve de muhasebesini yapmakla geçirilmesi lâzım gelen bir olay tamamen zıddı bir şekilde biraz daha çıkmaza ve çözümsüzlüğe sürüklenir bir hale sokuluyor.
Bir yılın son günleri ve ömrün son anlarına yaklaşmanın duygu ve düşüncesiyle ciddi bir hesaplaşmaya girişmesi lazım gelen insanlar, kendi öz benliğini inkâr eder bir davranış bozukluğuyla kendi kendisiyle boğuşmaya başlıyor.
Her şeyi bir an için nisyan ve unutkanlığa atıp, perdeler çekip, ışıklar söndürüp, oturup yatağın içine bir başına kendisini sorgulaması lâzım insan kendinden ve hakikatten kaçıyor .
Kendiyle hesaplaşıp, buzul ilişkileri ve kör noktaları tespit etmesi gereken insan aynaların dehlizlerinde gizli kalmış karanlık noktaları aydınlatmak varken yeni karanlıklara davetiye çıkarmak niye?
Bir yılın son günleri biterken biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini. Var olan gençlik ikindilerini hakikat aynasında görebilmektir yiğitlik.
Bir yıl daha biterken düşlerimizin, hayallerimizin, tasarılarımızın, yarım kalmış o­nca şeyimizin her yıl biraz daha kısalıyor olduğunu, öncekinden daha hızlı ilerleyen zamanın akışıyla insan yaşlandığının bile farkında değil!
Şimdi bir muhasebe zamanı, kırdığımız, incittiğimiz, üzdüğümüz kalp ve gönülleri tekrar kazanmak için.
Kendimizi yenileyip yenilemediğimizin idrakine varma olgunluğuna erişme anı.
Kurulan dostluklarımızın, ilişkilerimizin yeniden gözden geçirme muhasebesi.
Maddi ve manevi sahada, kazandıklarımızın ve kaybettiklerimizin hesabının kayıt altına alınması anı.
Sadakat, sıdk, samimiyet, ihlas, hasbilik, itimat ve masumiyetimizin yitirilip yitirilmediğinin masaya yatırılması zamanı.
İnsanlığımızı” doğru ve istikametli kullanıp kullanmama imtihanının verilme zamanı.
Alabildiklerimizle, verebildiklerimizin hesap zamanı.
Aşkların, dostlukların, sevgilerin, güvenlerin, bağların sağlam yapılıp yapılmadığının yoklama zamanı.
Duygularımızın, hislerimizin, sevinç ve hüzünlerimizin bir defa daha “ince ayarla” ayarlama ve kurma anı.
Abdiyet” konumumuzun gereği olarak yaratana karşı, “İnsan” olmanın gereği olarak da, yaratılanlara karşı sorumluluğumuzun yeniden gözden geçirilmesi zamanı.
Gelecek inancını, saklı tutma, yarınlara umutla bakma zamanı.
Geçmiş ecdadımıza karşı hasretlik ve vefa borcumuzu, gelecek neslimize de ümit ve tecrübe birikimimizi aktarma ve yerine getirmenin düşünme anı.
…Ve bir demet gül, bir tutam çiçek ile kalp ve gönülleri yeniden fethetme, güzel ve tatlı bir değişimi yaşama ve hayata geçirme anı.
Yeni bir ümit, yeni bir heyecan, yeni bir aşk, yeni bir şevk ile hem kendi hayatımız, hem de mensup olduğumuz insanlık ailesi için; hayatın yeniden başlama vuruşu olsun bu gelen “anlık” bir yıl gerçeği ve zaman dilimi.
Muhasebenin sonucunda vicdanımız, bir yılın, 365 günün, getirisinin mi ve götürüsünün mü, yani artıların mı, eksilerin mi daha çok olduğuna hükmetti? Esas konu bu!
Esasında senenin “bu son günü” veya “ilk günü” farklı bir gün değil, “mutat” olanın bir parçası. Ama, “cahil ve zalim” olan insanla, “eşrefi mahlukat” olan insanın o­na yüklediği ve ya yüklemeye çalıştığı mesaj arasında bir “gel-git” olayı hepsi bu!
Bir söz, bir, ses, bir lokma, bir dane, bir hareket, bir sapma, bir öpmek koca bir ömrü ve hayatı bitere bilir. Bitirmiştir de ne tekim! Milyonlarca böyle örnek varken yine bu mutsuz ve çıkmaz yola talip olmak niye?
Gönüllerde, kalplerde, hislerde, ruhlarda yaşanacak depremlerden, Tsunamiler, kasırgalardan –Allah Korusun- Arz üstündeki Deprem ve Tsunamilerin hem sebebi hem de davetçisidir.
Bunlar da küçük bir ihmal, bir ufak umursamazlık, bir basit kusur ve hatayla başlar , sonra da tahribata dönüşür. Cenab-ı Hak nefislerimizden başlayarak, en yakın dostlarımızı ev bütün insanlığı bu tür manevî bela ve musibetlerden muhafaza etsin. (Amin)

“Hadd-i vasat” olan sırat-ı müstakimden ayrılmama duasıyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*