Kimlikli yaşama, şeffaf olma

İslâm âlemi başta olmak üzere bütün insanlığın eksen kayması ve zemin kaybı yaşadığı bir zaman şeridindeyiz. Kavram kargaşasının en başında kimlik bunalımı gelir desek yanlış olmaz her halde.

İslâm âleminin manevî değerlerine hep karşı çıkıp intikam alma yoluna giren materyalist felsefe ve “diğer batı” bu amacına oyun ve tuzaklarla ulaşmayı da hiçbir zaman bırakmamıştır. Heyecan ve hissin hâkim olduğu Müslümanların cilâlanmış siyaset “topuzundan” medet umar hale gelmesi ise bir başka garabet. Savrulmalar, kırılmalar, ötekileştirmeler, haksız tarafgirlikler, efelenmeler ve diktatörlüğü çağrıştıran haller ortada kol geziyor. Bütün bunların aslında gerçek bir kimlik bunalımı, mensubiyet noksanlığı, aidiyet eksikliğinin beyanı olduğunu düşünüyorum.

Kimlik beyanı aslında; gerçek demokrasi, şeffaflık, berraklığın en yüksek perdeden göstergesi ve ilânıdır.

Bugün iç ve dış âlemde yaşadığımız bu kimlik bunalımıdır. Bir arayış ve çıkış yolu bulma gayretidir. Bu konuda ümit ve tünelin ucunda ışık var mıdır? Evet vardır. İslâmî inanç ve şeairin bu asırdaki teorik ve pratiğini tatbik eden bir Bediüzzaman ve Risale-i Nur gerçeği bu derdin dermanıdır.

Bediüzzaman, bir asra yaklaşan manevî mücadelesinde; hiçbir olay, şahıs, şart karşısında sapmadan, saptırmadan Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye doğrultusunda en makul duruşu ve meşrûiyeti sürdürmesi başlı başına bir olay. Şaşmaz ve şaşırmaz ilim ve prensiplerle donanmış bir “şahs-ı manevî” yolu ile bu ülkede ve bu coğrafyada bu kurtuluş reçetesini tesis etmiştir. Bu değerli ve kudsî dâvânın banisi olan Hz. Üstad’a ve ona ilham olunan mu’cizevî Kur’ân tefsiri Risale-i Nur Külliyatı’na mensubiyetin mutluluğunu ve emniyetini bütün varlığıyla hissedenlere düşen bu iki değerin hakkını teslim edip son nefese kadar bu hukuku korumak olmalıdır.

Gerçek sağlam karakterler, kimlikler ve şahsiyetler; anormal şart ve zamanların stres testlerinin eleklerinden geçtikten sonra ortaya çıkar. Şahıs olarak buna nail olmak ve erişmek bu asırda çok zor olduğu için burada “şahs-ı manevî” tesisi ve devamı çok gerekli ve mecburidir.

Türkiye’deki ve dünyadaki bütün Müslümanlar ve özellikle Nur Talebelerinin en çetin ve zor imtihanı bu noktadır diye düşünüyorum. “Kur’ân ve Sünnet esaslı” olmayan hiçbir kimlik Müslümanları ve dünyayı saadete, mutluluğa, barışa ve sulha götüremedi ve götüremeyecek. “Zalimleri, diktatörleri” kabullenmeyen İslâmiyet; Risale-i Nur’da “topuz” olarak tavsif edilen “siyaseti” de kabullenmez. Geçici ve yalancı “bahar havaları” bazı safdil ve sofimeşrepler ile aşırı tarafgir olanları muvakkaten sevindirip zafer naraları attırabilir. Asrın manevî tabibi ve rehberinin Kur’ân’dan çıkardığı hüküm ise: “Avrupa’nın üfleyip bizim burada oynadığımız” hakikatidir. Bunu göz ardı ettiğimiz vakit alçaklara daha çok “karlar yağar!”

Son aylar ve günlerde kamuoyunu meşgul eden “Risale-i Nur’a bandrol meselesi” dahil; “cemaat-iktidar çatışması” denen hadisenin, dış kaynaklı yılların planı olan bir oyunun neticesi olduğunu unutmayalım. Aslında bu olayın perde arkasındaki hedef direkt olarak Türkiye’de parlayan değer olan İslâmiyet’tir. Bunun Müslümanların arasına fitne sokmaya çalışan bir zındıka hareketi olduğunu unutmayalım. Asıl hedeflerinden birisinin de İslâmiyetin sarsılmaz kalesi olan Risale-i Nur ve şahs-ı manevisine karşı olduğu gerçeğidir. Birileri bizi bu konularda hayalet avcısı ve komplo teorisi üretmekle suçlasa da bu konudaki fikrimiz değişmeyecektir.

“İslâmî” hüviyetli diye takdim edilen bazı kişi ve grupların son zamanlarda bu olaylara bağlı olarak medyada, TV’lerde neden, nasıl boy gösterip öne çıkarıldığının arkasındaki “siyasî rant” boyutunu göremeyecek kadar saf isek bizlere düşen duâları artırıp çoğaltmaktır.

Onbir seneden beri devam eden “ittifakın” bunca zaman sonra akıl almaz şekilde birbirlerine saldırıp karşı karşıya getirilmesi hiç hayra alâmet değil! Bir tarafın; “Mezaristandaki ecdad kemiklerinin bile oya tahvil edilmesi gerekir” fetvasından; gözlerin, kulakların inanamayacağı “bedduâya” dönüşmesini kim nasıl temin etti?

Öteki tarafın; “Ne istedilerse hepsini verdik. Bunlar terörist! İnlerine gireceğiz, hesap soracağız”a varan akıl tutulmalarının karşılığı olan derin ifadelerin kaynağı perde önünde görülen şahısların olmadığını söylüyor. Akıl, mantık ve bunca yaşanan hadiseler başka adreslere işaret ediyor. Burada çok başka bir el ve gücün varlığından bahsediyor. Kanaatimiz odur ki; her iki taraf da âlet olmuşlardır. Gerçek kimliklerini gizlemişlerdir. Ama olayın neticeleri itibariyle bizler de etkilenmekteyiz. Aman lütfen buraya dikkat! İhtilâfa taraf olmayalım. Gücümüzü toprağa akıtmayalım. Çok dikkat edelim ve oyuna gelmeyelim. Yara açmayıp, yaraları sarmaya gayret edelim.

Şahsî kanaatim ve bunca yıllık “şahs-ı maneviyemden” aldığım tecrübelerime göre; “kimlik bunalımı!” olan bu halden çıkış ancak Kur’ânî bir metotla olur.    

Zira “cemaat” kavramı ve kimliğiyle; “siyaset” alanı, kimliği ve sınırlarını aslına uygun çizen asrın “Dâhisinin” tesbit ve takip ettiği yol haritasından sapanların akıbetini hep göre geldik. Özden sapmanın ve kimlikten uzaklaşmanın acı sonu yürek yakan ıztıraplardır. Yıllardır gerçek İslâmiyet ve Kur’ân dâvâsını savunan ve yaşamaya çalışanlarla; bir “arka bahçesi ve plânı” olanların farklarını ve haklarını bunca sıkıntıdan sonra da olsa teslim etmek gerekir. Kırkbeş yıldır Kur’ân’dan çıkan İslâm dâvâsı için; ikna edici bir dille özel ve genelde anlatmaya çalışan Yeni Asya meslek ve meşrebinin haklı tesbitlerinin bunca olaydan sonra öne çıkmış olması ve şahs-ı manevimizin bu olaylar karşısındaki sadece “hakkın tarafında” olan tutumunu takdir ve tebrik etmek lâzımdır. Bu “şahs-ı manevî kimliğine” bağlılığın bir tezahürüdür. Bu bir aidiyet tecellisidir. Bu istikamet ve sabrın bir neticesidir.

Bu hal; “aidiyet ve kimlik” hassasiyetinin neticesidir. Dik durmanın ve müsbeti takip etmenin neticesidir. Bu vasıfları taşıma, şerefli olduğu kadar ağır mükellefiyetleri de beraberinde getirir.

Bu kudsî dâvâda devamlılığın temel esaslarının bazıları şunlardır diye düşünüyorum:

* Kur’ânî hakikatleri baş tacı edip onun emriyle yaşama gayretini son nefese kadar devam ettirmek.

* Sünnet-i Seniyyenin tatbikatı ve rehberliğine öncülük etmek.

* Şeair-i İslâmiyeye taraftar olmak ve günlük hayatta yaşayıp yaşatılmasına gayret etmek.

* Şahs-ı manevinin hakkını muhafaza etmek.

* Geçmiş hizmetkârların hukukunu muhafaza ve idame ettirmek.

* İstikamet yolundan asla ayrılmamak.

* Müsbeti yaşamak, menfiliğin her türlüsünün karşısında ve aleyhinde olmak.

* Tamirde berdevam olmak.

* Tahribe asla prim vermemek.

* Zulme ve zalime en ufak bir taraftarlık göstermemek.

* Şer’î hürriyeti savunmak.

* Dünyevî ve menfaat üzere olan tarafgirliğe asla girmemek. Siyaset topuzu ve enaniyet egosundan uzak olmak.

* İhlâsı hiç elden bırakmamak.

İnsan olarak elbette her birimiz mükemmel değiliz. Şahs-ı manevî adına her bireyin güzel meziyeti tamamlayıcı olur inşaallah. Değerlendirmelerimizi buna göre yapalım. Hak almayalım, haksızlık yapmayalım. Toptancılık da yapmayalım.

NOT: İslâm dünyasının, bütün dostlarımın, yakın akrabalarımın mübarek “Üç Aylarını” ve Regaib Gecelerini en kalbî duygularımla tebrik ediyorum. Bu mübarek gün ve ayların İslâm âlemine ve bütün insanlığa huzur, barış, sağlık ve selâmet getirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Duâlar ederek, duâlarınızı bekliyorum. N. Eren

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*