Kırmızı çizgili uzlaşma

Geçen sene yapılan 12 Eylül referandumunda mini anayasa paketi yüzde 58 oyla kabul edildiğinde gündeme gelen talep “Sıra yeni anayasada” sözünde ifadesini bulmuş, hattâ CHP lideri Kılıçdaroğlu “Bunun için çalışmaya hemen başlayalım” çağrısı yapmıştı.
Ama Başbakan bu çağrıya “Şimdi başka işlerimiz var, anayasa seçimden sonra” cevabını vermişti.

Günler, haftalar, aylar hızla akıp gitti. Referandumun üzerinden neredeyse 13 ay geçti. 12 Haziran seçiminin de 4. ayı geride kalmak üzere.
Yeni Meclis, Cumhurbaşkanı ile TBMM Başkanının “En önemli ve öncelikli gündem maddemiz yeni anayasa olmalı” mesajlarıyla işbaşı yaptı.
Başbakan da birkaç gün önce aynı paralelde beyanlarda bulunmuş, hattâ “Gelin, bu işi uzatmayalım, 2012’nin ilk yarısında bitirelim” demişti.
Meclis Başkanı Çiçek de seçim sonrasındaki açıklamalarında “Anayasa işini ilk bir yılda hallettik, ettik; yoksa yine kalır” demişti. Haklıydı.
Ama Başbakanın süre vermesi, “Anayasa için süre dayatması yapılamaz” diyen CHP’nin tepkisine yol açtı. AKP cenahının bu tavra cevabı, “Hani acele ediyordunuz, şimdi niye ağırdan alma sinyalleri vermeye başladınız?” mealinde oldu.
Böylece, Meclisin açılışı arefesinde AKP heyetinin CHP ve MHP ziyaretlerinde verilen “uzlaşma” mesajlarının oluşturduğu olumlu atmosferin ne kadar kırılgan olduğu hemen ortaya çıktı.
İlk temaslarda taraflar kamuoyunda “engelleyici, oyun bozan” konumuna düşmemek için yapıcı ve pozitif görüntü verme zorunluluğu ile hareket ediyorlar, ama işin arkaplanı öyle değil.
Liderler ve partiler arasındaki gergin ve seviyesiz polemiklerle bugünlere gelindiği hatırlanırsa, aynı partilerin bir araya gelerek nezaket içinde ve uygarca anayasayı görüşmeleri elbette olumlu karşılanır. Bunun sebebi, söz konusu ziyaret ve buluşmaların, kavgadan uzlaşmaya geçiş iradesinin işaret ve göstergesi olarak algılanması.
Ancak bu algının güçlenerek devamı, anayasa sürecinin başlangıçtaki atmosferi destekleyecek şekilde gelişerek sürmesine bağlı. Ve bu noktada ciddî soru işaretleri, istifhamlar ve pürüzler var.
Nitekim peşrev niteliğindeki ilk temaslarda taraflar “dokunulmasın” dedikleri kırmızı çizgileri, “nezaket içinde” kayda geçirip gardlarını aldılar.
Bunlar da mâlûm: değiştirilemez maddeler, Türklük meselesi…
CHP ve MHP’ye izafe edilen bu kayıtlarla ilgili olarak AKP’nin izlediği çizgi de onlardan farklı değil. İktidar partisinin yönetici ve sözcüleri değişmez maddelerle bir sorunlarının bulunmadığını ve onları değiştirmeyi düşünmediklerini defaatle deklare ettiler. Ama bunlara dokunmadan, hele Atatürk ilke ve inkılâpları ile milliyetçiliği ibarelerini koruyarak yeni anayasa yapılabilir mi?
Cumhurbaşkanı yeni anayasa için “Hiçbir ideolojinin ve özel fikrin mührünü taşımamalı” diyor. Atatürkçülük de bu kapsama dahil değil mi?
İkinci maddedeki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” ifadelerini zikrettikten sonra “Cumhuriyetin bu temel ilkelerinden taviz verilmemeli” diyen Gül, ideoloji derken herhalde aynı maddeye ve onun atıf yaptığı başlangıç kısmındaki “Atatürkçülük” ibarelerini kast ediyor olmalı.
Yeni anayasada kesinlikle bunların yeri olmamalı.
Vaktiyle Barolar Birliğinin ve TÜSİAD’ın Erdoğan Teziç ve rahmetli Bülent Tanör gibi isimlere hazırlattığı anayasa taslaklarında da Atatürk ilke ve inkılâplarına atıflar kaldırılmamış mıydı?
Görünen o ki, Türkiye’nin onyıllardır içinden çıkamadığı “Atatürkçülük mü, demokrasi mi?” tartışması, bir kördüğüm olarak, yeni anayasa sürecinde de gündeme gelecek. Dileyelim ki, bu defa artık aşılsın ve demokrasinin de önü açılsın.
Ama yine aşılamayıp, değişmez maddelere dokunmadan anayasanın diğer maddelerini değiştirme cihetine gidilirse, anayasanın şeklen yenilenmiş gibi göründüğü, ama çağdışı ve antidemokratik özünün korunmaya devam edildiği bir netice ortaya çıkar.
Bu da Türkiye’de yaşanan çok yönlü sorun ve tıkanıklıkların daha da kronik boyutlar kazanarak devam etmesinden başka bir sonuç vermez.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*