Kitaba saygı, inanca saygıdır

alt

Bizim kültürümüzde ve inancımızda, kitap deyince aklımıza önce Kur’ân-ı Kerîm gelir.

Diğer bütün kitaplar, sanki Kur’ân’ın şerh ve izahından ibarettir. Yani “bütün kitaplar bir tek kitabın okunması için yazılmıştır.” Onun için kitaba, kağıda ve kaleme karşı büyük bir hürmet vardır. Bir insana “kitapsız” demek, onun inançsız olduğunu ifade ile ona hakaret etmek anlamına gelir. Yerdeki bir ekmek parçasını gördüğümüzde “nimettir” diyerek alır, öper, kurda kuşa yem olması için yüksek bir yere koyarız. Kâğıt da, tıpkı ekmek gibi mukaddes sayılır, ayak altında çiğnenmesin diye toplanıp bir kenara bırakılır. Kitap; bilginin kayıt altına alınması ve muhafaza edilmesi için önemlidir. Kitap, inancın, ilmin, kültürün ve her türlü fikir, duygu ve düşüncenin başkalarına iletilmesi ve gelecek nesillere aktarılması için önemlidir. Yazılı kaynaklar, geçmiş hakkında bilgi veren en güvenilir kaynaklardır. Onun için kütüphaneler insanlığın hafızası olarak kabul edilir.

Atalarımız gittikleri her yere önce bir cami yapmışlar, sonra da o caminin yanına bir kütüphane inşaa etmişlerdir. Selâtin camilerinin hemen hepsinin bir külliyesi ve kütüphanesi vardır. Kitab-ı Mukaddes olan Kur’ân-ı Kerîm’in de ilk inen âyeti, “Oku”dur. Bu emre ittiba eden Müslüman toplulukları, kitaba, kütüphaneye, mektep ve medreseye büyük önem vermişler, kitaplara dayanan ilmin öncülüğünde yüksek medeniyetlere imza atmışlardır. İlmin ve âlimlerin toplandığı şehirler, kısa sürede büyümüş, gelişmiş, yüksek medeniyetlerin merkezi haline gelmişlerdir. Onun için İslâm medeniyetini yıkmak isteyenler, önce İslâm milletlerinin Kitabına saldırmışlar, kütüphanelerini tarumar etmişler, yazılı kaynaklarını kurutmak istemişlerdir.

İslâm ülkelerinin istilâya uğradığı devirlerde, istilâcılar önce kütüphanelere saldırmışlar, kitapları yok etmeye çalışmışlardır. Avrupa’ya medeniyetin tohumlarını atan Endülüs Emevileri, başşehir Kurtuba’ya zamanın en büyük kütüphanesini kurmuşlar, orasını ilim ve medeniyetin merkezi yapmışlardı. Ama Avrupa’da İslâm’ın izlerini silmek isteyen Avrupalılar, İs

panya ve Portekiz gibi ülkelere yardım ederek Endülüs İslâm Devletine son verirken, Kurtuba ve Gırnata gibi ilim merkezlerini de yaktılar, yıktılar, kütüphanelerini talan ettiler. Moğollar Buhara’yı istilâ ettiğinde, dünyanın en büyük ilim merkezlerinden olan Buhara’nın kütüphanelerini yaktılar. Yine Bağdat ve Basra gibi ilim merkezleri Moğollar tarafından istilâ edildiğinde, önce kütüphaneler tarumar edilmiş, kitaplar yakılmış, kalanlar da Dicle Nehrine atılmıştır.

Ortaçağ’da ilme, imana ve medeniyete düşman olanlar, insanların kitaplarla ilgisini kesmek için harplerle şehirleri işgal etmişler, kütüphaneleri imha etmişlerdir. Ahirzamanda ise, “harpler”in yerini “harfler” aldı. Kütüphaneler harflerle harab edildi, kitaplar harflerle imha edildi. İslâm’ın en kapsamlı hafızasını teşkil eden kütüphanelerin hafızaları bir günde silindi. İslâm harflerinin yerine ikame edilen Lâtin alfabesi ile, kitapların dili bağlandı, okumak isteyenlerin gözlerine perde çekildi. Bin yıllık bir ilim ve kültür hazinesi, bir günde sıfırlandı.

Fakat “Kitap” sahipsiz değildi. Kitabın Sahibi, “Doğrusu Kitabı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz.” diyordu. (Hicr Sûresi, 9) Zaman ahirzaman olduğu için, “Hatem-ül Enbiya’ nın” (asm) “Hatem-ül Varisi” olan “Zamanın Müceddidi Bediüzzaman” ortaya çıkmış, imanın elmas kılıcı ile “Kitap’ın” etrafındaki inkâr ve küfür kalelerini yıkmıştı. “Evham ve hayalât bulutlarını” dağıtarak ilim ve hakikat yüklü eserler telif ederek, perdelenmiş olan hakikat güneşinin tekrar görünmesini sağlamıştı. “Risale-i Nur” denilen bu eserler, kâinat kitabının tecümesinden ibaretti. Nur’un gözlüğü bakan herkes, her varlığın bir kitap olduğunu görüyor, onu okumak için de bir ilim tahsil etmeye ihtiyaç duymuyordu. İster âlim olsun, ister âmi olsun, herkes bu kitaptan bir şeyler okuyabiliyor, istidadına ve ihtiyacına göre istifade ediyordu.

Bir bahçeye bakan bir insan, her yaprağın bir harf, her çiçeğin bir kelime, her dalın bir sayfa, her ağacın bir kitap olduğunu görüyordu. Risale-i Nur, kâinata mâna-i harfi ile bakmayı öğretiyordu. Yani eserden eser sahibini, san’attan san’atkârı, Kitaptan kâtibini gösteren bir pencere açarak her şeyin içini, özünü, hakikatini gösteriyordu. Nur’un gözlüğü ve imanın gözü ile bakanların nazarı, röntgen ışınları gibiydi. Risale-i Nur’u okuyanlar, âdeta kâinatın röntgenini çekiyordu.

Kitap okumanın da, yazmanın da yasak olduğu, kâğıtların saklandığı, mürekkeplerin yok edildiği, yazanların ve okuyanların zindanlara atıldığı bir devirde, âdeta “kanlar mürekkep, deriler kâğıt” olmuş, Risale-i Nurlar altı yüz bin nüsha elle yazılmıştı. Buna ehl-i dünyanın, akıl erdirmesi mümkün değildi. Kitap aşkı, hiçbir engel tanımıyordu. Dağda, bağda, zindanda, zifiri karanlık gecelerde bodrumlarda, kitaplar yazılıyor, nüshalar çoğaltılıyordu.

İşte bu eserler sayesinde yeniden kitaba saygı ve okumaya sevgi gelişti. Gençler, ihtiyarlar, kadınlar, çocuklar, harıl harıl kitap okumaya başladılar. Her hane bir dershane oldu, vatan sathı bir mektep haline geldi. Kur’ân-ı Kerîm ve Risale-i Nur, en çok okunan kitaplar oldu.

Şimdi, böyle bir eserin önüne, bandrol engeli gibi sun’î ve fuzulî engeller çıkartılarak neşriyatı durdurulmaya çalışılıyor. Gerekçeleri ne olursa olsun, böyle bir eserin önüne engeller koymak, beyhudedir, abesle iştigaldir. Bu teşebbüs başarıya ulaşamaz, ancak yapanların niyetini ve tıynetini ortaya koyar. Başbakanımız bir taraftan kitap sevgisinden bahsediyor, “kitap kutsaldır, kitap şifadır, kitap nimettir” diyor, ama Kültür Bakanlığı tarafından Kur’ân’ın i’cazlı tefsirleri olan Risale-i Nur’lar bandrol bahanesi ile engelleniyor.

Başbakanımızın samimiyetini sorgulamak istemiyoruz, ama içindeki kitap sevgisini dışa yansıtarak, Risale-i Nur’ların önündeki engelleri bir an evvel kaldırmasını bekliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*