Kitaplara adanmış bir ömür: Duran Çalışkan…

Risale-i Nur girdiği yerde yara açmaz, tamirat yapar

Burası Barla Kitabevi… Ankara Hacı Bayram Veli Kitapçılar Çarşısı′nda rafları sadece Risale-i Nur′la dolu küçük bir kitapçı. Ankara′da “Risale-i Nur” denildi mi, “kitap” denildi mi akla hemen Ulus Barla Kitabevi ve tabiî ki Duran Çalışkan Ağabeyimiz geliyor. Risale-i Nur′a, kitaplara ve hizmete adanmış koca bir ömür onunkisi. Onu kitabeviyle, hatıralarıyla, Nurlara olan sadakatiyle ve her okuduğunda ilk kez okuyormuşçasına heyecanlanan, sevincini, güleryüzünü eksik etmeyen, her daim şevkli ve ′Dâvâm!′ diyen bir çınar olarak tanırız bizler. Bu Koca Çınar’a kulak vermek, hatıralarını dinleyip, paylaşmak için bir Cuma namazı sonrası kitabevini ziyaret ediyor, hatıralarını dinliyoruz. Bakın neler neler anlatıyor bu koca çınar bizlere.

Ağabey, öncelikle bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Adım Duran Çalışkan, Yozgatlıyım. 58 yıldır Hacıbayram’dayım. 1956’dan beri bu civardayım, o zamanlar terziydim. 38 sene terzilik yaptım.

Askerden sonra terzi dükkânı açtığımda bizim önümüzden “Ulus 27″li büyük ağabeyler geçiyormuş, farkında değilim. 27′de bir vakıf kardeş var ′Ömer 27′ diye, Türkiye öyle biliyor. Konyalıydı. İstanbul′da olduğu söyleniyor, şu an hayatta. O kardeşimiz terzi dükkânına gelir düğme diktirir, paça düzelttirirdi. Bir gün “Duran Abi, bizim burada bir dershanemiz var, gel çorbamızı iç” dedi. Bizi Bayram Yüksel Ağabeyin dershanesine, Ulus 27′ye götürdüler. Ders dinledik, namaz kıldık. Bayram Yüksel Ağabey sofra serdi Allah razı olsun. O hizmet ediyor, biz yiyoruz. Üç vakıf kardeşten biri Ömer 27, biri Sami Kardeş, biri de bizim birader. Vazife paylaşımı yapılmıştı aralarında. Biri kitaplarla meşgul, depo başka yerde, biri iç hizmetleri görürdü. Sadece Bayram Yüksel Ağabey deponun yerini bilirdi.

Neden?

O günün şartlarıyla baskınlar, yakalanmalar, tutuklanmalar var ya…

RİSALE-İ NURLARI KUMAŞLARIN ARKASINA GİZLİYORDUK

O zamanın şartlarından ve nasıl hizmet edildiğinden biraz bahseder misiniz?

Risaleler böyle ciltli değildi o zaman, sonradan geldi bu hale. Karton kapaklıydı. Ben terziydim o zaman, 4-5 gün çalışırdım. Risale-i Nurları kumaşların arkasına gizliyorduk. Sen geldin misâl çıkarıp okuyorduk, ihtiyaçsa veriyorduk, değilse geri koyuyorduk. Ulu orta şimdiki gibi mümkün değildi. 27′ye gitmeye başlayınca bizim birader Ali Çalışkan da gelmeye başladı. O daha gençti, askere de gitmemişti. Hiç unutmuyorum, Bayram Ağabeyin dersinden sonra küçük oda açıldı, Ulus 27′yi görenler bilir, Zübeyir Ağabey çıktı oradan. Rahmetli Zübeyir Ağabeyi tanımıyoruz o zaman. Kendini şöyle bir duvara verdi, ayakta duramıyordu ya. Devamlı ilâç kullanıyordu, rahatsızdı. Bizim çıkacağımız zaman gece olduğu için biraderimle hemen birşeyler anlatırdı, 5-10 dakika sürerdi, çok mübarekti. Üstadın “Kâinata değişmem” dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp…

Zübeyir Ağabeyi ilk orada mı gördünüz?

İlk orada gördüm. Her derse gittiğimizde çıkarken bizi yakalar, mutlaka birşeyler anlatırdı. Üstadın hayatından, hizmetlerden, bizim gençliğimizden. Ben de askerden yeni gelmişim o zamanlar.

Ulus 27′de kalıyordu o zamanlar Zübeyir Ağabey, değil mi?

Evet Zübeyir Ağabey Ankara′ya geldiğinde Bayram Yüksel Ağabeyin yanında “Ulus 27″de kalırdı. Büyük Ağabeyler mahkemeye geldiklerinde 27′de buluşur, bizim dükkânın önünden geçerlerdi. Biz tabiî mahkeme falan bilmiyoruz. Bekâr abiler mahkemeye giderken çantalarını 27’ye bırakır giderlerdi. Ben de onları eve getirirdim hacı yengene, o da sarıklarını, cübbelerini, kefenlerini yıkar, geri koyar, ben de getirirdim. Biz tabi sonradan anlıyoruz bu ağabeylerin mahiyetini kardeşim ahh ahh gençlik heyecanı.

BAYRAM AĞABEY ŞOFÖRLÜĞÜMÜZÜ YAPAR, BİZİ DERSLERE GÖTÜRÜRDÜ!

O zamanki dersler nasıldı, nasıl yapılırdı, şimdiki gibi mi?

Aynı şimdiki gibi, ancak genellikle kenar semtlerdeydi. Öyle merkezi ev yoktu pek, 5-6 tane Nur Talebesi vardı bildiğim kadarıyla. Bayram Ağabey oralara götürür, iner yürürdük. Girip çıkarken çok dikkat ederdik dikkat çekmesin diye. Bir minibüsümüz vardı o zamanlar, uzakta dururdu, farklı bir yere park ederdik, bir ağabey hediye etmişti hizmete. Bayram Ağabey şoförlüğümüzü yapardı, bizi derslere götürürdü. Şoför Mehmet kardeş vardı bir de, hayatta halen, Barla′da kendisi. O da götürürdü. Tedbirliydik o zamanlar, öyle toplu değil de beşer beşer sırayla giderdik ders mahalline. Daha sonraları arabalarımız oldu tabiî ki. Millette araba tek tük, ama hizmetin 2-3 arabası vardı.

BASKIN YAPTILAR, GÖZÖNÜNDEKİ RİSALELERİ GÖREMEDİLER

O arabaların sahiplerinden biri de Ali Rıza Kınık kardeş, Çorumlu′ydu.

Onun bir hatırasını anlatayım:

O kardeş Çerkez Sokak′ta orloncuydu. Evine baskına gidiyorlar, o da akşamdan çuvallara Risale-i Nurları koymuş. Evi aramaya gidiyorlar. Ev de küçükce, gecekondu, iki odalı bir yer. O kadar arama yapıyorlar bulamıyorlar çuvalları. Çuvallar da evin ortasında kardeşim. Orda ortada Risale-i Nurları göremiyorlar. İnayet-i İlâhiye…

O zamanlarda yaşanan baskınlar size de hiç denk geldi mi?

Başıma gelmedi, ama çok şahit oldum. Cumartesi günü Dışkapı′da dershanemiz vardı, Nur Apartmanı, derse biz biraz geç kalmışız. Birkaç esnaf kardeşle derse gidiyoruz. “Dershane kapandı” dediler. “Niye?” dedik. Baskın yapmışlar, abilerin hepsini götürmüşler. O günkü şartlarda götürülen abiler de Mustafa Türkmen Abi, doktor, mühendis, üniversite okuyan gençler vardı. Kimi bulsalar götürüyorlar. Namaz filan da dinlemiyorlar, imam olan abi savcı, cemaat arkada, baskın oluyor hepsini tutukluyorlar. O abiler götürülürken, biz yeni yeni Nurları kavramaya başlıyorduk.

Peki ağabeyleri nereye götürüyorlardı?

Önce Mamak’a götürüyorlardı, oradan cezaevine. Bayram Ağabey cezaevinde yatarken, Allahuâlem 5 aile vardı, yemek taksimi yapardık sırayla ağabeylere. Ben hazırlanan yemekleri götürür, hapishanenin penceresinden verirdim. Karıştırırlardı içini ne var, ne yok diye. Sonra diğer boş tencereleri getirirdim. Sonra diğer ağabeyler sırayla yemek götürürdük.

Hapishanelerde yemek verilmiyor muydu?

Almıyordu hapishane yemeğini ağabeyler, ihlâsa binaen kardeşim. Veriyorlardı, ama ağabeyler almıyorlardı. 4, 5, 7 yıl yattılar, başka yerlerde de yattılar.

KUR′ÂN, SARIK, TESBİH ′SUÇ ÂLETİ′ SAYILIYORDU

Peki bu abileri ne ile suçluyorlardı?

Kardeşim o zamanın şartlarında Kur′ân-ı Kerîm, sarık, cübbe, namaz tesbihatı, tesbih gibi âletler suç âleti olarak gösterilirdi. Televizyonlarda, gazetelerde “Nurcular âyin yaparken yakalandılar” diye manşet atarlardı. Ama beraat ettiklerinde hiçbir basın yayın organında göremezdik haberlerini. Bazen küçük de olsa haber çıktığında o müstehcen gazetelerin uygunsuz kısımlarını abilerimiz kesiyor ya da boyuyor, alıp dağıtıyorduk.

BİR GAZETEMİZİN OLMASI ŞART OLMUŞTU

Daha sonra o günün şartlarında İttihad Gazetemiz çıkmaya başladı. Ağabeyler büro tuttular bizim terzihaneye komşu, İttihad’ı paket yapıyor, müftülüklere, imamlara, köylere gönderiyorduk ücretsiz. 125 kuruştu o zaman İttihad Gazetemiz. Ama hep Risale-i Nur ile alâkalı yazılar vardı, dünyevî hiçbir şey yoktu. Aynı şimdi çıkan güzel ihlâslı gazeteler gibi. Çünkü gazete olmadan önce haber alınamıyordu beraatler ve suçlamalar ile alâkalı. Nurcuları karalamaya çalışıyorlardı her daim, bir gazetemiz olması şart olmuştu. Ağabeylerin haberlerini ancak Ulus 27′de alıyorduk gazeteden önce. Bayram Ağabey 15-16 yıl kaldı orada. Dışarıdan gelen ağabeyler orada buluşup taksiyle derslere giderlerdi. Bayram Ağabey nereyi gösterirse… O zaman 3 tane dershane vardı.

Hangi dershanelerdi onlar?

Ulus 27, Serinbağlar 96, bir de Maltepe′de dershanemiz vardı. Şimdiki değil yalnız, “Kırmızı halılı Maltepe” derlerdi. Orada da bir yakalanma oldu. Abdulkadir Özkan Vakfı, Mehmet Özkan′ın bize hîbesi Allah rızası için, o günden beri hizmet veriyor bize. Ondan önceki dershane olan “Kırmızı halılı Maltepe”de Bayram Ağabeyin bacanağı Ömer kardeş vardı şu an profesör, orada kalıyordu.

Onunla alâkalı bir hatırayı paylaşmak isterim:

Bir gün hanımları oraya temizlik yapmaları için götürmüştüm. Haftada bir götürürdüm. Hanımlar salonu orayı burayı temizlerken mutfağın kapısını itekledim, birşeyler alacağım ama kilitli. Bak ibrete bak, aradan zaman geçti, biz birşeyler hazırladık temizlik için, kapı yarım açıldı. Girdim, içeride yok Ömer kardeş, yemek yapmış ablalara, sonrasında sessizce gitmiş.

O zamanlarda mahkemelere hiç katıldınız mı?

Hiç katılmadım, ancak 27′de takip ediyordum. Bayram Ağabey bilgi veriyordu bizlere yanlış anlaşılmalar olmasın diye.

“Şahsiyetler vardır ya hani dâvâsı ile, Üstadı ile bütünleşen, hayatını hizmete adayan ve bunu bizlere, çevresine de yansıtan, baskılarla yıldıramadıkları şahsiyetler vardır hani kardeşim, unutulmayacak şahsiyetler vardır ya, işte Zübeyir Gündüzalp bu şahsiyetlerden biriydi.”

Zübeyir Ağabey, hayatını hizmete adamış Üstad ile bütünleşmişti

AĞABEYLER GAZETENİN İŞLERİNİ TAKİP EDİYORDU

Tekrar gazete mevzuuna gelelim. Zübeyir Ağabey nasıl yaklaşmıştı gazete mevzuuna?

Onların isteği ile meşveret ile İttihad gazetesi devam etti. Sonra Yeni Asya’ya dönüştü. İttihad, Yeni Asya′nın ilk hali, sadece Risale Nur′dan bahsederdi. Yeni Asya olunca hem uhrevî meselelerden, Risale-i Nur′dan bahsederdi, dünyevî olayları da Nurların ışığında olmak şartıyla tahlil eder, yazardı. Zübeyir Ağabeyin meşveretiyle gazetenin dağıtımını biz yapıyorduk. Kardeşler bizim terzihaneden alıyor, dağıtıyorlardı. Zübeyir Ağabey manevî olarak, Bayram Ağabey maddî olarak takip ediyordu.

EKMEK DOLABINDAKİ RİSALELER…

Ulus 27′de dikkatimizi çeken bir şey oldu. Üst kattaki gardrop ve üst katın penceresindeki ayna, neden pencereye ayna astınız?

Haceli Ninenin ayinesiydi o. En üstten bakar aşağıya, ona göre kapıyı açardı. Yabancılara açmazdı. Haceli Nine 27’nin sahibiydi, eşiyle orada yaşardı. Ortada bir kiracı abimiz vardı.  Altta da Nur Talebeleri vardı.  Zübeyir Ağabey de altta kalıyordu. Gardrop da hâlen duruyor. Üstüne bakarsan 5 takım Külliyat alır. Bir de Bayram Ağabeyin mutfakta ekmek dolabı vardı. Kendi mutfakta yatardı. Şu fedakârlığa bak kardeşim. O ekmek dolabının bize bakan kısmında ekmekler vardı, arkasını çevirince Risaleler vardı, gizlemek için. Kitapları alıyorlar o zamanlar, geri de vermiyorlar. Bir de imha etmelerinden korkuyorduk o zaman. Yakıyorlar veyahut hakaret ediyorlar.

RİSALELER GİZLİCE BASILIYORDU

Matbaamız var mıydı o zaman?

Teksir makinamız duruyor halen 27’nin deposunda. O zaman ben görmedim, gizli olarak basılıyormuş zemin katta. Tabiî sonra matbaada basıyorlar. Yeni Gün Matbaası′nda… Şeker çuvallarına koyuluyor, belli depolara taşınıyordu. Ben de gittim birkaç defa, altı tahta oraya koymuşlardı. Görevli olan kardeşimiz ders günü bir sandığı götürür sergi açardı çay arasında, isteyen alıyordu.

Bu anlattıklarınız 70-80’ler, sağ-sol çatışmalarının olduğu dönemler… Olaylar, ölümler korkmuyor muydunuz?

O gençlik sağ-sol çatışmasında, biz ise gece yarıları derslere gidiyoruz. Arada karşılaşıyoruz, gece bir onlar, bir de biz varız. Onlar birbirlerine kurşun atıyorlardı. Ancak hiçbir Nur Talebesi onların kavgalarına ne katıldı, ne de zarar gördü. Nur Talebeleri cemaat halinde tedbirli olarak derslere gider gelirdik.

Hangi ağabeyleri görmüştünüz, tanışmıştınız?

Üstadın şoförü Bayram Ağabey, Zübeyir Ağabey, Yüzbaşı Refet Ağabey, Ahmet Feyzi Ağabey, Tahirî Ağabey, Said Özdemir Ağabeylerle tanıştık. Said Özdemir Ağabey gençti o zaman, Hacı Bayram′da merkez vaiziydi. Camide yüzde doksan Risale-i Nur′u anlatırdı (…) Bayram Ağabey meşveretin -diyelim ki-büyük ağabeyi. Kurdoğlu Ağabeyler, Fevzi Ağabeyler hangi grup ağabeyler ders yapacaklarsa Bayram Ağabeyden izin alınarak gidilirdi. Mehmet Kurdoğlu, Hüseyin Güldaş, o günün Ekrem Bedükleri, Mustafa Kılıçları, Musa ve İhsan Paşalıoğlu hep Bayram Ağabeyin yanındaydılar. O ne görev verirse, onu yaparlardı.

Onlar ile alâkalı hatırladığınız hatıralarınız var mı?

Olmaz olur mu? O ağabeylerimizin müsbet hareketi bizlere çok şey kazandırdı. O halde aynen tek noktada hareket gibiydiler. Hani Üstad Hazretleri dört noktadan bahsediyor, kalp hanesi, ev hanesi, memleket ve dünya hanesi… Bayram Ağabey sanki dünyanın kalp hanesiydi. Üstad Hazretlerinden aldığını, öğrendiklerini bize uygulardı. Hiç incitmedi bizleri, hizmetle alâkalı ne varsa en yumuşak tarafıyla girdi. Tahiri Ağabeye Üstadımız “70 evliya kuvvetinde” demiş. Cemaat biraradayken Ulus 27′de namazı o kıldırırdı. Bekler hemen tekbir almazdı. Tahirî Ağabey yoksa, Sungur Ağabey; o da yoksa, Bayram Ağabey namazı kıldırırdı. Bayram Ağabey çok pratikti. 27′den çıkar Hacıbayram′da zor yetişirdik kendisine. Allah vergisi Üstad’dan almış o hızlı yürümeyi. Tabiî o zaman Bayram Ağabey bekârdı, son zamanlarda evlendi. Evini eşyalarını biz taşımıştık. Hiç unutamıyorum kur’a çekmişti, Evliya Ahmet Ağabeye sarık çıkmıştı, bana takke çıkmış, öbür kardeşe tesbih çıkmıştı hediye olarak. Takke durmuyor tabiî şimdi. Ahh o gençlikte ne hediyeler vardı! Evliya Ahmet Abi bizden büyük, kum elerken Allah ona yarım bir ekmek ihsan etmiş, ′Evliya′ ismini oradan koymuşlar. Gençliğinde, 15-16 yaşlarında inşaatta çalışıyor, kum eliyor, kum elerken yarım bir ekmek… Üstada bütün ekmek, Ahmet Abiye yarım ekmek. Bu hadiseyi anlatınca Ulus 27′deki abiler “evliya” demişler öyle de kalmış. Ulus 27’nin Türkiye’ye ve dünyaya hizmetinin yayılması bu ağabeylerce oldu. Eskilerden kim varsa mutlaka Ulus 27’yi bilir, orada kalmış, çayını içmiştir .

O zamanlardaki şevk, heyecan şimdi bizlerde farklı bir hale mi bürünmüş, ne dersiniz?

Meşakkat büyükmüş, ama abiler daha gayretlilermiş.

Şöyle “Ahh.. Nerede o eski Nurculuk!” dediğiniz oluyor mu hiç?

Kardeşim o zamanlar derse gideceğimiz gün eve bile uğramazdık. Erkenden gider 11-12′de eve gelirdik. Evlerde hanımlar bize kızıyordı. Ben sana atıyorum suçu, sen bana atıyorsun. Gülersin tabi kardeşim şimdi sen. O zamanlar böyle kararlaştırmıştık.

Ağabey şimdi yenge hanım okumasın bunları…

Tabiî bir de o var değil mi? Ne yapalım artık bir kaç hafta sizinle dershanede kalırız kardeşim, onca sene böyle durumu idare ettik. 27’nin önünde 5 tane aile oturduk. Ben de bir ara evi kiraya verip geldim. Bir süre oturduk, biz de 27’nin aile ferdlerinden biri olduk anlayacağın Manevî hava çekti bizi, dört bebeğimiz, 1 oğlan, üç kız 27′de büyüdüler. Saidimin (oğlu) bir hatırasını anlatayım: “27’nin köşesinde Said oturur, çocuk. Tahiri Ağabey namazdan dönünce, imam ya karşıda. Tahir Ağabeyin yüzüne, gözüne bakar böyle dikkatle. Said′e ben işaret ettim, öyle bakmasın diye. Tahiri Ağabey “Duran kardeş, âlimlerin yüzüne bakmak nur alır, ibadettir, bırak Saidimi, serbest bırak.” Tahiri Ağabeyin kaşları, gözleri iri ya, nurânî bir zat, sarığı, cübbesi farklı, insanı kendine çekiyordu adeta. Ve böyle 27’de dört çocuğumuz büyüdü.

ÜSTADDAN SONRA EN ÇOK İŞKENCEYİ ZÜBEYİR AĞABEY GÖRMÜŞ

Zübeyir Ağabeyden biraz daha bahseder misiniz?

Zübeyir Ağabey sohbete katılır, çorbasını içer, istirahatini odasında yapardı. Çok ilâç kullanırdı bildiğiniz gibi. Ben de buna şahit oldum. Hapishanede Üstad Hazretlerinden sonra en çok işkenceyi, eziyeti o görmüş. Ayaklarındaki yaralar aylarca geçmemiş. İşte o ağrılar kesilsin diye kullanırdı kardeşim. Manevi bir hali vardı. Şahsiyetler vardır ya hani dâvâsı ile, Üstadı ile bütünleşen, hayatını hizmete adayan ve bunu bizlere, çevresine de yansıtan, baskılarla yıldıramadıkları şahsiyetler vardır hani kardeşim, unutulmayacak şahsiyetler vardır ya, işte Zübeyir Gündüzalp bu şahsiyetlerden biriydi. Üstad Hazretlerinin en yakın hizmetkârı, hayatıyla Nur Talebelerinin temsilcisi olmuş. Sadakat onda, ihlâs onda, fedakârlık, kahramanlık, sebat, metanet, mücadele onda vücut bulmuştu adeta . Üstad Hazretlerinin yeğeninden sonra en çok iltifatına mazhar olmuş ve ona en uzun süre hizmet eden kişiydi Zübeyir Ağabey. Sadakat kardeşim, en hâkim vasfı sadakatti. Sıddıkiyet makamındaydı Zübeyir Ağabey. “Kâinata değişmem” demiş Üstad, var mı böyle bir şahsiyet hayatlarımızda? Böyle bir şahsiyeti bizzat tanımak, birşeyler yaşamış olmak bizler için ne büyük bir ihsandır.

Konu Zübeyir Ağabey olunca anlatılacak çok şey var…

Öyle kardeşim, 27’ye gelen küçük – büyük kimseyi boş bırakmazdı. Hepsiyle ciddiyetle alâkadar olurdu. Kapının önünde dizlerinin üzerinde Kur′ân okur gibi beklerdi ders boyunca.

KIRMIZI TELEFON…

Sizin bir kırmızı telefonunuz vardı…

Erzurumlu bir abimiz vardı, Allah rahmet eylesin. 27’ye ilk telefonu bağlatan. Kırmızı bir telefon. Abimiz PTT′de çalışırdı. Evine teleffon almış, fedakârlığa bak kardeşim, alıp 27’ye bağlamıştı. O zamanlar her evde telefon ne arar, Allah rahmet eylesin, yattığı yer nur olsun. Ailesi duyarsa rahmet olur inşaallah. 27’ye bağlandıktan bir gün sonra o kırmızı telefonla Zübeyir Ağabeyin vefat haberini alıyoruz. Ve telefon o gün sabaha kadar susmuyor kardeşim. Cemaati İstanbul’a sevk için bir telefon, binler telefon oldu adeta.

Onun vefat haberi sonrası neler yaşanmıştı?

Ulus 27’den otobüslerle gidilmişti İstanbul′a. Zübeyir Ağabeyin cenazesi 46′da, en eski dershanedeydi. Dershanenin ortasındaydı cenazesi, herkesin elinde bir cüz vardı, okur öyle çıkardı. Okuyoruz, çıkıyoruz. Zübeyir Ağabeyin yüzünde hiçbir değişiklik yoktu. Cenazesini yürüyerek, kabristana kadar eller üzerinde, hafif bir rahmet caminin avlusunda ekmek sular gibi ince ince, kimse de ıslanmamıştı. Osman Demirci ağabey elinde mikrofon, Erzurumlu bir hocaydı, cemaati teskin ediyordu, güzel dualar ile. Cemaati görmeliydin kardeşim, camiden mezarlığa kadar, muazzam bir kalabalık, kabristanda da ince ince bir rahmet…

Zübeyir Ağabeyin vefatı hizmetleri nasıl etkiledi sizin şahit olduğunuz kadarıyla?

O hayatta iken daha derli topluydu hizmet. Sonra ayrılmalar birkaç defa daha yaşandı. Ayrılmaların olmasında da bir hikmet var, sonra anlıyoruz. Cemaatlerin çoğalması, yoksa ihtilaftan, kavgadan, gürültüden değil. Yanlış değerlendirenler var, halbuki öyle değil.

HAPİSHANEYİ MEDRESE-İ YUSUFİYEYE ÇEVİRDİLER

Gazeteden okuyoruz, hapishanelere yönelik hizmetlerinizden bahseder misiniz?

Bundan 8 sene evvel bir ablamız geldi. Torunu hapishanede, ziyarete gidecekmiş. “Meyve Risalesi” verdik. Okumuş, Elif cüzü istedi, gönderdik. Sonra Kur′ân-ı Kerîm istedi, ilerlemeye başladı. Namazlara da dikkat ediyor. Risale gönderdik, itirazlar gelmedi, bir koli daha gönderdik. Mektuplar gelmeye başladı “Daha da gönderin” diye. Bir koli daha gönderdik. Okunup dağıtılıyordu. Sonra ihtiyaç listeleri gelmeye başladı mektuplarla, 15 tane Kur′ân-ı Kerim, şu eserler, bu kitaplar. Onların istediklerinin fazlasını gönderiyoruz. Abilerimiz kardeşlerimiz himmet ediyor, bizler arada köprü vazifesi görüyoruz. Biz buradan katıyoruz, evlerden geliyor, ikinci el kitaplar, yeni külliyat alıp eskisini bize veriyorlar. Koliler ile beraber ihtiyaç olan yerlere gönderiyoruz bizler de. Şu ana kadar hiçbir sıkıntı olmadı. 7-8 yıldır gönderiyoruz. Namaza başladılar, birisi ilahiyat okuyor, birisi imamlık yapıyor. Halleri öyle değişti ki, hapishaneyi Medrese-i Yusufiyeye çevirdiler, bizlere de medreselerinden mektuplar gönderiyorlar. Tıklım tıklım dolu kardeşim, mektuplar var, bizlere söylüyorlar. Tek kişilik yerlerde 3 kişi kalıyorlarmış. O halde, o kişiler Risaleleri bulduktan sonra o ortamda ilâç bulduk, diyorlar.

Tevafuken bir şey anlatayım. Mektuplar vardı, Said kardeşin abisi Mehmet Mirza’ya mektupları verdim okusun diye, baktım ağlıyor, “Neden ağlıyorsun?” dedim,  “Bu benim abim” dedi. Bu 3. Mektubu, neden haberimiz yok. Abisini tanırız, kardeşiyle de orda tanıştık, ama kardeş olduklarını bilmiyoruz. İnsanlar “Ne olur o kitabevine söyleyin, bizlere de göndersinler” diyorlarmış. Risale-i Nur′a itiraz yok, okuyorlar, okutuyorlar.

Peki abi Nur Talebesi olarak bir güne nasıl başlıyorsunuz, gününüz nasıl geçiyor?

Kardeşim sabah herkeslerden önce gelirim, övünmek olmasın inşaallah, cüz′ümü okurum, Cevşenimi okurum, Risalemi okurum, bir ihtiyaç sahibi gelir, ya ona veririm okur veyahut biz okuruz. Duâmızı yaparız, sonra başka kişiler gelir, sonra başkaları, sohbetler, dersler, dolar taşar gün boyu elhamdülillah. Aile gibiyiz, iç içeyiz insanlarla. Onlar sadece müşteri değil, tanımadığımız yabancılar değil bizim için. Aileden biri gibiler.

RİSALE-İ NUR TAMİRAT YAPAR

Son olarak bunları okuyacak abi ve kardeşlerimize neler söylemek istersiniz?

Gençlerimize tavsiyemiz şu. Risale-i Nur ceplerinde, çantalarında olacak. Küçük Sözler, bayansa Hanımlar Rehberi, Gençlik Rehberi… Tanı tanıma, denk gelirse hediye etsinler, yolda, arabada okusunlar. Onları muhafaza eder inşaallah. O zamanın abileri müsait zamanlarında kahvelere gider ders yaparlardı, çaylarını içer o kitabı oraya bırakır çıkarlardı. Bakmışsın o fena yerler zamanla değişik bir iş yeri olmuş. Risale-i Nur girdiği yerde yara açmaz, tamirat yapar. Hacı ninenle yolculuğa çıkarken, en öne alırız biletleri. Çantaya doldururuz Cevşen, küçük risalelerden en öne dizeriz, okuruz. Birini kestirdik mi gözümüze hemen hediye ederiz. Muavine, şoföre ya da bir delikanlıya yahut mescide gider oralara bırakırız. Her bir Nur Talebesinin görevi bundan daha ileridir, en az böyle olmalıdır. Kitapları sunduğunuz zaman hiç itiraz gelmez. Gençliğin üzerine düşen çok görev var, aynı Sahabelerin üzerine düştüğü gibi. Üstadımız diyor ya mesleğimiz sahabe mesleği diye. Sahabeler de tebliğ yapmış, Risale-i Nur okuyanlar da tebliğ ile vazifeli. Önce nefsimize, sonra evimize ve dışarıya…

BİR SAYFA DA OLSA, NURLARI HER GÜN OKUYALIM

Örnek bir hatıra anlatayım: Senin gibi genç bir kardeşimize, alkolik bir genç -ayakta duramıyor- rast gelmiş. “Hastayım ayakta duramıyorum, bana bir ilâç versene” diyor. O genç kardeşimiz açıyor çantasını “Gençlik Rehberi”ni veriyor. Bir hafta sonra aynı genç ile camide tekrar karşılaşıyor. Selâm veriyor, tabi genç tanımıyor. Bu kestirme yol kardeşim. Molla Hamid Ağabey anlatmıştı 27′de. Dolanmak yerine Risale-i Nurlar karşıdan karşıya geçirir. 40 seneyi 40 güne indirdiği gibi. Bu tarzı yaşadık, yaşıyoruz kardeşim. Gençler evden abdestsiz çıkmasınlar. 1 sayfa da olsa Nurları hergün okusunlar. Sağ ayakla çıksınlar evden. Yolda misal otobüsle gidiyor “Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil Aliyyi′l-Azim” desinler. Çanakkale′de mermiyi kaldıran Mehmetçik bunu okumuş. Bizde yaş mühim değil; ben 75, sen 25, öteki 18 hiç fark etmez aynı dâvânın neferleriyiz. Birbirimizi tırnak ve et gibi tamamlıyalım. Teslim olun, yeter kardeşim, Cenâb-ı Hak götürür Elhamdülillah. Teslim olmak yetiyor, ama ihlâsla… Karşı tarafın faziletini iktar et, kusuru kendinde gör, bu manayı diyor Üstad. İhlâs ve Uhuvvet Risalelerini bolca okuyalım. Kur′ân-ı Kerim′i Cevşeni çok okuyalım, ama Risale-i Nur′u daha çok okuyalım gibi geliyor bana. Okuyoruz, yaşamaya çalışıyoruz. Manevî âlemde öyle gençleri gördüm ki, 60-70 yaşında evliyalar gibi. Böyle gençler var, o gençlerden olmaya çalışın inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*