Kıyafetten sonra Avrupaî kanunlar

Bir önceki yazıda, Avrupaî kıyafet devriminden ve yapılan şapka inkılâbından söz etmiştik. Şimdi de, şapka devriminden iki-üç ay sonra Avrupa’dan ithal edilen, yani dinimizle, kültürümüzle, yerlilik ve millilikle zerre kadar alâkası olmayan ecnebi kanunların nasıl zorla ve dayatma ile hayatımıza geçirildiğinin acıklı hikâyesini sunmaya çalışalım.

Bu Avrupaî kanunlardan biri “İsviçre Medenî Kànunu”, diğeri ise İtalya’dan alınan Ceza Kanunu, bir başka deyişle Zanerdelli Kanunu.

Şimdi sırasıyla bunlara biraz daha yakından bakmaya çalışalım.

Yeni “Türk Medenî Kànunu” adı verilen “İsviçre Medenî Kànunu”, 17 Şubat 1926’da Millet Meclisi’nde aynen olduğu gibi, yani noktası virgülüne dahi dokunulmadan aynen kabul edildi.

Bu tarihe kadar yürürlükte olan Mecelle hükümleri ise, geçersiz sayılarak son elli yıllık medenî hukuk uygulamasına da son verildi.

Osmanlı Devleti’nin son döneminde (1870’li yıllar), İslâm hukukuna dayalı olarak ilmî bir heyet tarafından hazırlanan 1851 maddeden müteşekkil “medenî kànunlar mecmuası” Mecelle, böylelikle tarihin tozlu raflarına kaldırılmış oldu.

Adına “Türk Medenî Kànunu” denilen sosyal hayata dair bu yeni kànunlar ise, aslında “İsviçre Medenî Kànunu”ndan başka bir şey değildi.

Yüzde yüz frenk ve ecnebi patentli olan bu kànun maddeleri, olduğu gibi tercüme edilerek hayatımıza sokuldu. Buna göre, yerli malı terk edilerek, yerine ithal malı olan ecnebi kànunlar kabul ve tatbik edilmeye başlandı.

O tarihte Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt, başlattıkları hukuk sisteminin yenilenmesi kararını—kendilerince—zaruretini şu sözlerle ifade ediyordu: “Türk ihtilâlinin kararı, Batı medenîyetini kayıtsız şartsız şekilde kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacak olanlar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdur. Bu prensip bakımından, kànunlarımızı olduğu gibi Batıdan almak zorundayız.”

Devrin hükümeti (3. İnönü hükümeti) adına ortaya konulan bu görüş istikametinde derhal çalışmalara başlandı.

Bu meyanda, önce bir komisyon kuruldu. Komisyon üyeleri tarafından Batılı ülkelerin medenî kànunları incelendi. Aralarından İsviçre Medenî Kànunu esas alındı.

İsviçre’de 1912’de yürürlüğe giren bu kànun, güyâ dilinin basitliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzeni öngörmesi ve hâkime takdir yetkisi vermesi sebebiyle benimsendi.

1926’da tam da 26 kişilik komisyonun hazırlamış olduğu yeni kànun tasarısı, Meclis Adalet Komisyonu’nda hiçbir değişikliğe uğratılmadan kabul gördü; ardından, bakanlar kurulunda da görüşülerek aynen kabul edildi.

Bu gelişmelerden sonra, tasarının görüşülmesi sırası Millet Meclisi’ne  geldi. Genel Kurul görüşmelerinde ise, tasarının madde madde ele alınması teklif edildi. Ancak Adalet Bakanı Bozkurt, bu kànunların bir bütün olduğunu, dolayısıyla paket halinde görüşülmesi gerektiğini söyledi.

Tasarı, kısa bir görüşmeden sonra, 17 Şubat 1926 tarihli Meclis oturumunda kabul edildi. 4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yeni kànun, 6 ay sonra, yani 4 Ekim 1926’da uygulamaya konuldu.

Sahtekâr hamiyetfurûşlar

Bugün, büyük bir öfkeyle gelişmiş AB yasalarına ve kriterlerine karşı gelen milliyetçilerle “ulusalcı” diye geçinenlerin kulakları çınlasın.

95 yıl önce gümrüksüz, filtresiz Batılılaşma hareketine hiç dokunmayan, hatta dokundurtmayan “Kemalist” cereyan, bu noktada durup kendini şöyle ciddî bir testten geçirmesi gerekmez mi?

Meselâ, kendilerine şunu sorabilirler: “Körükörüne sahiplendiğimiz 95 yıl önceki köhnemiş içimizdeki Batı’ya, bugünkü AB’nin karşı gelmesinden biz neden rahatsız oluyoruz?”

İsviçre Medeni Kanunu, 1926 yılı başlarından itibaren Mecelle’nin yerine ikame edilmeye çalışıldı.
Ciltlenmiş kànunlar mecmuası anlamına gelen ve asıl ismi Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye olan Osmanlı medenî hukuk kitabı olan Mecelle, aslında halen hayattadır ve zaten canlıdır, yani hayattârdır.

Yani, Mecelle’nin bundan 80 yıl evvel kàğıt üzerinde geçersiz sayılmasıyla, hakikatte geçersiz olmadı. Bazı hükümleriyle, pekçok insan kendi hayatında halen de amel etmeye devam ediyor.

Zira, ondaki hükümler, İslâm hukukundan ve kâinattaki İlâhî nizamdan alınmadır. Dolayısıyla, tazeliğini ve geçerliliğini aynen koruyor.

İşte, bunlardan söze ve yazıya dönüştürülmüş hayatî bazı maddeler:

* Beraat-ı zimmet asıldır. (Yani, insanın suçsuzluğu asıldır, esastır. Tâ ki, iddia edilen suçluluk durumu ispat edilinceye kadar.)

* Zararın def’i, faydanın celbinden evlâdır. (Yani, bir zararın ortadan kaldırılması işini, faydanın celbi işine tercih edilmeli.)

* Ezmanın teğayyürü ile ahkâm tağayyür eder. (Yani, zamanın ve şartların değişmesiyle, gerekçeli hükümler de değişir.)

* Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur. (Yani, iki şerden daha hafif, daha zararsız olan tercih edilmeli.)

İşte, Mecelle’nin buna benzer pekçok hükümleri vardır ki, insanlar bugün bile hayatlarında onun tatbikine çalışırlar.

Onlar nasıl bakıyor?

Avrupalı kimi düşünür ve hukukçuların şu kanaati paylaştıkları rivâyet edilir: “Dünya tarihinin iki büyük hukuk projesi yapıldı. Ne gariptir ki, bunların ikisi de İstanbul’a nasip oldu: Birisi meşhûr Roma Hukuku, diğeri ise Mecelle’dir.”

Ve, Zanardelli Kanunu

Tek Partinin hegemonyası altına giren Millet Meclisi tarafından 1 Mart’ta (1926) kabul edilen “Yeni Ceza Kànunu” 1 Temmuz itibariyle yürürlüğe girdi.

Yapılan bu işgüzarlığa her ne kadar “Türk Ceza Kànunu” ismi verildi ise de, gerçekte bunun Türk ve İslâm unsuruyla hiçbir alâkası yoktur.

Zira, bu ceza kànunu maddeleri, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmaksızın, İtalya’dan aynen kopya edilerek alındı. Bunun sebebi ise, Avrupa’da uygulanan en sert ceza kànunu olmasıydı.

1924’ten sonra başlayan “Avrupalılaşma modası” gerekçesiyle, kendimize ait ne varsa terk ediliyor ve Avrupalılara zillet içinde yaranmaya çalışılıyordu.

İsviçre’den kopya edilen “Medenî Kànun”dan sonra, İtalya’dan da “Ceza Kànunu” aynen transfer edildi. Üstelik, hiç utanıp sıkılmadan da bu araklamalara “Yeni Türk Kànunları” ismi verildi.

Neresi Türk, neresi yerli ve millî bu kanunların?

Dahasını da ekleyelim: İtalya’dan aynen kopyalanan o günkü ceza kànunu, İtalya’da “Zanardelli Kànunu” olarak biliniyor.

Zanardelli, bu kànun metnini 1889’da hazırlatıp Meclis’ten geçirmiş ve bunu ülkesinde baskı yoluyla uygulatmıştır.

Avrupa’nın en zorbaca kànunu olan Zanardelli Kànununu benimseyen bizdeki Halkçı diktatörler, bunu aynen tercüme ile yürürlüğe koydular.

Zaman içinde değiştirile değiştirile yamalı bohçaya döndürülen Zanardelli Kànunu, geriye kalan tortuları itibariyle, kısmî olarak halen de adâlet sarayımızı bulandırmaya devam ediyor.

Tuhaf bir başka nokta da şudur: Bizdeki AB karşıtları, bıraksanız, ilkel Zanardelli Kànununu bugünkü medenî AB normlarına bile tercih edecekler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*