Koca bir çınar vardı

-İbrahim Güneş’in anısına…-

Bolu’da koca bir çınar vardı.
Çağlayan dereler deryalar misâli bir gönül vardı.
Işıl ışıl, nuranî ay yüzlü bir çehre vardı.
Nurun hizmetkârı, nura aşık Bolu’da bir kahraman vardı.

Savaşta önde giden kahramanlar vardır ya; hani en ön safta giderler. Korkusuzca, aşkla yürürler. Ölümden bile korkmazlar, ölsek şehidiz derler. İbrahim Güneş işte böyle bir hizmet kahramanıydı.

Bolu’da iki yıldız vardı pırıl pırıl parlayan, iki gönül kahramanıydı onlar. Zihinlerde ve hatıralarında ağabeylikleri, öğütleri, hizmetleriyle yiğitlikleri vardı. İçimize ve aklımıza kazınmıştır varlıkları. Biri 10 sene önce vefat eden Fazlı Çelebi Ağabeyimiz, bir diğeri de geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz, ani ölümüyle bizleri şaşırtan İbrahim Güneş Ağabeyimiz, amcamız, babamızdır. Onlar iki dosttu, iki kardaş, iki kahraman, en önde korkusuzca yürüyen askerler misâli.

Bolu’nun batmayan güneşiydi İbrahim Güneş.

Bembeyaz kalın kaşlarıyla, gür sesi, Diyarbakır şiveli konuşması, bir o kadar da yumuşak, merhametli, babacan, ton ton bir amcamızdı.

Kendisi tayinle Bolu’ya gelmiş, cami hocalığından emekli, fakat çalışma, hizmet hayatından emekli olmayan, kar kış, hastalık demeden gece gündüz dersten sohbetlere, nerede Risale-i Nur hizmeti varsa koşuşturan, hayatı dolu dolu yaşayan amcamızdı.

Bolu Yeni Asya bürosu denilince İbrahim Güneş akla gelirdi. Bolu halkı da Taşhan’ında Kur’ân-ı Kerîm satan kitapçı amca olarak bilirdi. Bolu’nun en işlek yeri Büyük Camii mahallesinin yukarı çarşısına ilk kitabevini o açmıştı. Bu zamana kadar o sürdürmüştü, tâ ki ölüm onu hayattan emekli edene kadar.

İbrahim amcamızın şu sözü hâlâ kulaklarımdadır. “Büro hizmeti yaparken yeri geldi sıkıntılar çektim, yeri geldi dükkân kirası, aidatlar yetişmedi, memur maaşından eklerdim. Rabbim bir şekilde yardımını hissettirirdi. Büro hizmetini çok defa bırakmayı düşündüm, fakat biri gelir Risale-i Nur arar da bulamazsa ben bunun mesuliyetine ne cevap veririm diye düşünürdüm” derdi.

Yaşına kalp rahatsızlığı eklenince bizler çok defa korktuk. Birkaç defa kalp krizleri geçirmişti. 15 sene önce de ameliyat olmuştu. Bu son hafta Bolu çok soğuk ve karlıydı. İbrahim amcamızın grip olduğunu duyduk, biraz rahatsız denildi. Perşembeyi Cumaya bağlayan o mübarek gece ailesiyle oturmuş, meyvelerini yemişler, yatma vakitleri 11 sıraları göğsünde bir ağrı oluşmuş. Yine küçük bir ağrı sanıldı. Tedbiri elden bırakmamak gerekti, oğlu Feyzullah Ağabeyle hastanenin acil bölümüne gitmişler. Hatta evinin merdivenlerini kendisi inmiş, yani bir o kadar iyi. Biraz müdahale edilir sonra eve geri dönülür diye düşünülürken saat 3.30 sıraları Hakk’ın rahmetine yürümüştü.

Bu evden çıkış, eşine, çocuklarına son bakış, hastane yolu ölüme doğru gidilen yol olduğu, artık hakikî Sevgiliye kavuşma vaktinin geldiği nerden bilinirdi ki… Çok ıztırap çektirmedi Rabbim. Yataklara, kablolara haftalarca bağlı bırakmadan, hiç canını acıtmadan yanına almış, çağırmıştı Allah onu.

Dosta ne hastalık yakışır, ne ölüm. Hiç gitmesin, hiç bitmesin istenir. Ama ansızın haber vermeden gelir ölüm. Bir anılar kalır, bir de yukarılarda bir yerlerde sesler. Bu ses ya içten bir gülüş, ya da dosta bir söz, bir sesleniş; ya da hüzne ağıt bir hıçkırık. Hayat bu işte… Hem kendi, hem de yansıdığı aynalar kırık.

İbrahim Güneş Bolu’nun direği.
İbrahim Güneş tatlı sert bir dost, bir ağabey.
İbrahim Güneş bir dâvâ adamı.

Evet Bolu’dan bir yıldız daha kaymıştı. Öyle bir yıldız ki etrafını aydınlatan, ışık saçan, fakat bu yıldızlar sönüp yok olmadı. Aniden kayıp diğer yıldızların yanına gitti. Bu da bize büyük bir teselliydi. O şimdi dar dünyadan bol dünyaya, Üstad’a komşu olmaya ve çok sevdiği yakınlarının dostlarının yanına gitti. Ve belki Peygamber Efendimiz (asm) alkışlar, ziyafet sofralarıyla onu karşıladı. Oradaki sohbet, muhabbet halkasına oturttu.

Ardında buruk bir acı, yüzde gözyaşı bir çok tatlı anı ve filizlenmeye başlayan fidanlar misâli gençler bıraktı. İbrahim Güneş Ağabeyimize Allah’tan rahmet, ailesi, dost ve akrabalarına sabır niyaz ediyorum.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Ben Silifke den Hüseyin Başer.Allah İbrahim abiden ebeden razı olsun.1975 tarihinde Çermiğin uzak bir köyüne öğretmen olarak atandım.Çermiğ e vardığımda İbrahim abiyi ve Ali Akgündüz abiyi tanıdım.Onlar ne güzel insanlardı.güler yüzlü.samimi.ihlaslı.Rahmet hazinelerinin anahtarını elde etmişler gibi emin ve huzurlu.Çalıştığım köy çok uzak olduğu için iki ayda bir anca gelebiliyordum,sanki kendi ailemin yanına varmışım gibi mutluydum.İbrahim abi nin o sıcak ve samimi kucaklayışı sekiz saat yürüyerek geldiğim yol yorgunluğunu sürüra çeviriyor.İbrahim abi nin müezzinlik yaptığı camiye o soğuk kış günlerinde sabah namazına gittiğimde camiyi sıcacık bulurdum.Caminin kocaman bir odun sobası vardı,İbrahim abi sanki hiç eve gitmemiş gibi ,sobaya dut odunları doldurmuş,gürül gürül yanar cami sıcacık olurdu.Biz ondan razıydık.Onun iyibir nur talebesi olduğuna şahidiz.Allahım O na ve bize rahmet etsin.Cennette Peygamberimize ve Üstadımıza komşu etin.AMİN

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*