Koca değnekliler

Benim canımı en çok sıkan şeylerden biri de; Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin söz ve fiillerinin, birileri tarafından maksadının dışında yanlış mânâlarda kullanılmasıdır. Risale-i Nur Külliyatındaki bazı sözlerini kendilerine göre te’vil edip zırvalayanlar bile olmuştur.

Bunlardan biri de Üstadımızın, acz, fakr, şefkat ve tefekkürü esas alan mesleğini nazım şeklinde ifade ettiği; “Der tarîk-ı acz-mendi lâzım amed çâr çiz. Fakr-ı mutlak acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz”dir. Yani burada diyor ki Üstad: Bizim yolumuzun esası; aczinin ve fakrının mutlak olduğunu bilmek, Allah’a güvenerek mutlak bir şevk ile çalışmak ve O’na sonsuz şükretmektir. Tabiî, buradaki acz-i mendi kelimesini (belki de ne mânâya bile geldiğini anlamadan) alıp, kendine bir paye çıkartarak ortaya çıkan bir kısım karanlık şahısların, karanlık işlerinin acaibliğiydi. İşte onun için başlığa en uygun “aczimendiler” olması lâzımken, Üstadımıza ait bu tabirin başkaları tarafından kem işlerinde kullanıldığından kullanmak istemedim.

Başları, rahmetli Hulusi Ağabeyin dergâhına yanaşmaya çalışan, fakat Hulusi Ağabey tarafından tardedilen biru meçhul kişinin ortaya çıkardığı karanlık tablo, başta nur mesleği olmak üzere, bütün Müslümanları zorda bırakmak ve birilerinin işlerini kolaylaştırmaktı. İşte, Yeni Asya’da “Aczimendiler’in yüzde 40’ı askerdi” diye bir haberi okuyunca, bunları yazmak gereğini duydum. Aslında onlar zaten kullanılmak için derin güçler tarafından ihdas edilmişlerdi. Ve vazifeleri bitince de mevzilerine çekilmişlerdi.

Acaib hal, kılık ve vaziyetleriyle, 28 Şubat hareket-i hainanesinin mühim malzemelerinden biri de, bu ne idüğü belirsiz nev zuhurlardı. Ankara Kocatepe Camiinde, Bediüzzaman Hazretleri için okunan ve mutad hale gelen mevlidin baltalanmasında, bunlar başrolü oynayan saiklerdendi

O günü hiç unutmuyorum. Ortalığı toz dumana verip, vazifelerini çok güzel ve şuurla yapmışlardı. Müslüman milletin aleyhinde neşriyat yapmayı prensip haline getiren bazı TV ve gazeteler de, bunlara odaklanarak, oradaki esas maksad olan mevlid ve ondaki; uhuvvet, muhabbet, ittifak ve güzellikleri nazara vermek yerine, onların, o kendilerine biçilmiş rollerindeki kıvraklığı asıl maksat yaparak, hep beraber senaryoyu tamamlayarak, hem hain odakların meş’um icraatlarını kolaylaştırmışlar, hem de, Kocatepe mevlidlerinin sonunu getirmişlerdi.

Ankara’daki kadim dost ve mühim ehl-i hizmet ağabeylerimiz bana sonradan anlatmışlardı: “Biz iki arkadaş, mevlidin bitiminde bunları sessizce takibe alıp, peşlerine düştük. Camiye gelirken, koca değneklerini yere vura, vura gelmiş ve öyle de, yine yere vura, vura, savaş kazanmış muzaffer kumandan edasıyla caminin bahçesinden ayrılmaya başlamışlardı. Cemaat de, neredeyse dağılmış gibiydi. Camiinin avlusundan çıktıktan sonra, değneklerini ellerine alıp, daha bir hızla yürüyerek, Diyanet İşleri Başkanlığının eski binasına doğru yürümeye başladılar. Biz de, merakla ve sessizce takip ediyorduk ‘acaba ne yapacaklar?’ diye. Binanın arkasını dolanıp da yola gelince, orada bekleyen sivil plakalı bir Ford minibüse doğru yürüdüler, şöyle sağa-sola bir baktıktan sonra, minibüsün kapısının önüne geldiler ve üzerlerindeki cübbe ve sarıkları hızla çıkararak minibüse bindiler. Bir de baktık ki, hepsinin altında kot pantolon ve blucin gömlek vardı. Cübbe-sarık ve kot-blucin?… Pek mânâ verememiştik!”

Aslında her şey ayan-beyan ortadaydı.”Emir yerine getirilmiştir komutanım!” deyip, maksada ulaşıldığının rahatlığını yaşayarak minibüs gözden uzaklaşıp gitmişti…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*