Köln’ün Hüsnü Ağabeyi…

Gün ışığında, bir yıldız gibi doğduğunu söylüyorlardı, tanıyanları… Mesihi arayanlar gibi; sorularına ve müşküllerine cevap arayışında iken, yolu Bediüzzaman Hazretleri’ni anma toplantısının kalabalığıyla çakışmıştı. Büyük salona girme ile girmeme arasındaki tereddüt duvarında bir başka mutlu insan kolundan tutarak aşırmıştı. Mutlu insan, mütehayyir bakışlı yolcuyu mutlu cemaatin ayak üstü hasret giderdiği girişe götürünce, genç Hüsnü’nün baharı sükun etmek üzereydi: En son köyündeki bir bayramda böyle sevinçli bir tabloyla karşılaşmıştı. Zira oraya gelmiş insanların simaları, mutluluktan birbirlerine o denli benziyordu ki… Kimi kimden soracağını şaşırınca, yine kolundan tutup kendisine manzarayı seyrettiren mütevazı fakat ciddî adama döndü. Bu toplantının hikâyesini öğrenmeye çalıştı. Hiçbir camide, dernek veya partide karşılaşmadığı bu mutlu insanlarla tekrar bir araya gelebilmenin hesabını, planını düşündü. Hüsnü’nün, kolundan tutarak bir sürü tereddüt, şüphe ve bilgi engellerini aştırarak, hidayet caddesine çıkışına sebep mutlu adam, Hüsnü’nün uçtuğu diyara uçalı epey olduğundan, hikâyenin en doğru anlatımını da ancak orada dinleyebileceğiz. Köln’deki bu mutlu insanların; samimiyetin bütün kodlarını açarak Hüsnü’yü bağırlarına basmasıyla, bu genç insanın zemherileri nisanlara dönüşmüş; yıllardır aradığı hakikatleri her vesile ile yudumlayarak alıyordu. Sözlü, yazılı… Haftalık derslerden, Yeni Asya’dan ve aralara sıkıştırılmış okuma programlarından.

Fotoğraf: Abdullah Efe

Giresun’un Dereli kazasından geldiğini, köyünü ve akrabalarını sevdiğini sohbetler arasında duymuştum. Niyeti “diş doktorluğunu” bitirmek iken kaderinde yoluna çıkacak dizi dizi imtihanlarla, yalnızca diş teknisyenliğiyle yetinecekti. İmtihanının amansız ve zor olduğunu çok yönlü olarak –kısmen- görüyor ve duyuyorduk. Uzuvlarındaki hastalıklar, elli atmış defa onu ameliyat masasına uzatmışlar, iki üç defa böbrekleri değiştirilmiş ve birçok organına müdahale yapılmış. İlginç olan yanı; onun hem aileden, hem evlilik hayatında hem vefasız akrabalarında ve hem de cisminden gördükleri, ona adeta musikinin farklı nameleri ve makamları gibi geliyordu. Simasındaki samimi beşuşiyet ve tatlı üslubuyla sohbetini mutlu arkadaşlarından hiçbir zaman esirgememişti. Dünyasındaki ıztırap, hastalık ve dertleri unutmuşçasına, mütemadiyen Kur’ân dâvâsını konuşuyordu. Müslümanların Avrupa’daki stratejilerini, gelişen hadiselerin bize bakan yönlerini ve bu gurbetteki Müslümanların istikballerini, kendi dertlerinin önüne almıştı. Kalp, akıl ve duygu birlikteliğini veya mükemmel senkronizesini onda seyrettikçe; Allah’ın bazı kullarına özelden ihsanına şaşırır kalırdım: şeker hastalığına bağlı gözleri çok zayıfladığından, istediği düzeyde okuyamadığı halde, hadiselere bilgeler gibi teşhis koymasına, bütün Kölnlü arkadaşları hayret ederlerdi.

Gözleri önünü göstermede cimrilik ederken, o daha çok ilerilere bakıyor ve kartallar gibi çok yükseklerde seyretmesine rağmen, aşağıdaki en küçük hareketin mahiyetini biliyordu.

İsmi kadar, suret ve siretide güzeldi. Üniversite hastanesinin personeliyle içli dışlı idi. Hocalardan yakın dostları vardı. Zaten son zamanlarını –birkaç senesini- ev ile hastane arasında geçirmişti. Değiştirilen son böbreğin kabulde birçok itirazı oluyordu. Ve şeker de, sol bacağının önden cennete gitmesini sağlamıştı. Kendisini ziyaret edenlere gösterdiği ruh halindeki metanet, bizim gibi sağlıklı olduğunu düşünenlerin dünyalarını alabora ediyordu. Kendisini birinci derecede dâvâsının sahibi hissettiğinden, güzel gelişmeleri dikkatlice takip edip mutluluğunu paylaşıyordu. Bazen de; amansız ve emansız Kur’ân düşmanlarının hücumlarını önceden anlar haber verirdi. Hastalıklarından dolayı Risale-i Nur’u çok okuyamadığı halde, imani ve içtimai meselelerde profları hayrette bırakacak bilgi ve teşhislerini hep anarak arayacağız.

Dünya Hüsnü’ye kapısını kapatmadan önce o dünyayı çoktan terslemişti. Ayağı kesilip yardıma ihtiyaç hissedince de İstanbul’daki kız kardeşine gitmeyi kararlaştırmıştı. O koca İstanbul’un Avrupa yakasının sınırlarında, ben de Asya yakasının İzmit’e bakan ucunda oturunca mesafeler yine değişmedi. Tıpkı Köln’den İstanbul’a kadar bir zaman lazımdı kendisini ziyaret için. Sözleşmiştik. Almanya dönüşünde görüşecektik. Gördüğünüz gibi, kader konuşunca bütün iradelerimiz, programlarımız ve isteklerimiz susuyormuş. Bunca hastalık ve hastalığın neticesi “belki” velayetlere ilâveten, Hüsn-ü Hatime ile Hüsnü’nün akıbetini Rabbim bir daha bize gösterdi. Zira yakalandığı hastalık şehadet hastalığı idi. Bir Cuma günü, Ramazan-ı Şerif’te ve hadis-i şerifin işaretiyle… Kölnlülerin Hüsnü Ağabeysi “yeşil kuşlar” gibi uçuverdi. Berzahtaki geçici mekânına. Ahiretini, bu dünyada davasına sımsıkı sarılmış bir vaziyette yaşayan Hüsnümüzde Köln’ün diğer kahramanları gibi (çok sevdikleri Ahmet Avcı ve Ahmet Özdemir) ebedî yurduna hüsn-ü şehadetler eşliğinde uçtu gitti. Rabbim yolculuğunu kolay kılsın ve berzahta diğer ehl-i cennet meclislerinde Kur’ân tefsiri Risale-i Nur ile haşre kadar meşgul eylesin.

blank
Fotoğraf: Abdullah Efe

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*