Korono sonrası

Bundan bir önceki yazımda, “ölümler ne çok arttı” demiş ve salgınla ilgili, “Herkesin bu hastalıktan nasibini alması an meselesi” diye hatırlatmıştım.

“Tedbirlerimizi gevşetmemeli, asla elden bırakmamalı. Hergün ekrana gelen korona tablosundaki rakamlardan biri sen de olabilirsin, ben de…” demiş ve nihayetinde bu illet bizim yakamıza da yapışıverdi.

Ailece yakalandığımız bu salgın sonrası karantina günlerimiz başladı. Ancak üzerimde bu hastalığın belirtisi aleni bir biçimde görünüyorken, evde tedavi sürecinin yetersiz olduğunu hissettim. Bu yüzden ambulans çağırtarak, hastanede tedavi sürecinin çok daha sağlıklı olacağını düşündüm.

Yeşilköy Havaalanı’na yeni yapılan Prof. Dr. Murat Dilmener Âcil Durum Hastanesi’nde yatışımı gerçekleştirdikten sonra 10 gün boyunca yalnız, kimsesiz ve tek başına bir tecrit dönemi yaşadım adeta.

İğne ve serum vazgeçilmez gıdanız oluyor… Ya oksijen? Nefes darlığı çeken hastaların çoğu buruna takılan mavi oksijen borusu ile hastalık sürecini atlatmaya çalışıyor. Ne gariptir ki, aldığımız oksijenin kıymetini, tüpe takılı bir oksijen takviyesiyle anladım desem yalan olmaz. İnsan sağlıksız bir dönemde sağlığın ve hayatın kıymetini anlıyor. Düşünün bir kere, oksijeni dakikada kaç kez soluyoruz? Oksijen akciğerlere nefes yoluyla taşınmasa, kana nüfuz edemez. Kırmızı kan hücreleri içinde bedenin her yerine taşınan oksijen dokuların içine gönderilir. Oksijen buradan hücrelerin teker teker içine girer ve minik enerji santrallerini bulur ve böylelikle elektron nakil zinciri oluşturur.

Yani, kısaca tanımlamak gerekirse, oksijen; bedenin enerjisini yeniden doldurmak ve vücuda yakıt ikmali yapmak amacıyla kullanılır. Gerçekte, bedendeki oksijinen yüzde 90’ından fazlası bunun için sarf edilir. Oksijeni her içime çekişimde, Allah’ın vermiş olduğu bu nimetin kıymetini bir kez daha anladım.

Hastalık boyunca, tefekkür etme fırsatı da bulabildik.

Sabretme duygunuz daha da gelişiyor. Hastalık dönemini, gafletle değil, tefekkürle geçiriyorsunuz. Ömür sermayesi tefekkürle meyvedar hale geliyor. Su gibi akıp giden zamanın o kadar çabuk gitmediğini bilerek, zamanın kıymetini daha iyi anlıyorsunuz.

Şükretmeyi öğreniyorsunuz; bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getiren ve uzun ömrü kazandıran hastalığa karşı şükür ediyorsunuz.

Bediüzzaman; “Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri, müsbet ibadettir ki namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri, menfi ibadetlerdir ki hastalıklar, musîbetler vasıtasıyla musîbetzede; aczini, zaafını hisseder. Hâlık-ı Rahim’ine iltica eder, yalvarır. Halis, riyasız manevî bir ibadete mazhar olur.” (Hastalar Risalesi)

Ne kadar doğru, yaşadıklarımın birebir aynısı diyebilirim.

Evet, bu dünyaya güzel yaşamak ve rahat bir ömür geçirmek için gelmedik. Madem elimizde ömür sermayesi var, burada ticaret ile ebedî bir hayatın şifresini bulmak için geldik. Sermaye madem ömürdür. Hastalık olmazsa sağlığın kıymeti anlaşılmıyor, gaflet veriyor ve ahireti unutturuyor. Hastalık bir bakıma gafletten uyan- dırıyor ve diyor ki; “Layemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” (Hastalar Risalesi)

Hastanede kaldığım müddet içinde görev alan Dr. Nevin Eker, Dr. Egem Özlem Dalkılıç, Dr. İpek Çağlayan, Ass. Dr. Hasan Ali Sinoplu, Dr. Ümit Özmetin ve Dr. Tuba Dağlı’ya ismen teşekkür etmek isterim. Dahası, gece-gündüz demeden serum, kan tahlili, oksijen değerleri ve tansiyon işlemlerini gerçekleştiren hemşire Eda Çetin ve Derya Hanımefendiye de teşekkür ederim. Rabbim sayılarınızı arttırsın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*