Kötülük problemi

Kötülük problemi gençler arasında dine dair şüphelerin en başında gelmektedir.

Hali hazırdaki dünyada bulunan kötülük ve adaletsizlikleri gören genç, Yaratıcının merhameti ve adaleti konusunda sarsılmaktadır. Bu konuda tatmin edici açıklamalar, onun en çok ihtiyaç duyduğu konulardandır. Sadece gençler değil, bugün musîbete uğramış, fakat iman temeli zayıf insanlarda da isyanla karışık bu duygu halleri ve sarsıntıları yaşanmaktadır.

Bugün deistlerin ve ateistlerin, temel argümanı da budur. Yani sonsuz kudret ve merhamet sahibi bir Yaratıcının varlığı ile kötülüğün varlığı arasında bir çelişkinin bulunduğuna dair varsayımdır. Buradan yola çıkarak Yaratıcıyı inkâra bir sebep olarak kötülük problemini gösterir ve kafaları karıştırırlar.

“Kötülük varsa, sonsuz kudret ve merhamet sahibi bir yaratıcı yoktur”, derler.

– Allah kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?

“Öyle ise O, güçsüzdür.”

– Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?

“Öyle ise O, iyi niyetli değil midir?”

– Hem güçlü, hem iyi ise, âlemde bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu? diyorlar.

Düşünce tarihinde çözümlenmeye çalışılan en temel problemler arasında yer alan bu gibi sorular aslında, tam tersine inkârı değil, aklen bir yaratıcının varlığını ve ahiretin olacağını zorunlu kılıyor. Zira, “Eğer Allah inancı ile âhiret hayatı olmazsa acıların ve kötülüklerin hesabı nasıl sorulacak ve kim soracak?”

Felsefe ve ilâhiyat tarihinde bu çetin soruya verilen cevapların sayısı oldukça çoktur. Bazıları kötülüğü gerçek anlamda var saymayarak, bazıları onu maddeye bağlayarak, bazıları sınırlı bir ulûhiyet anlayışı ortaya atarak, bazıları da birden fazla ilâh kabul ederek meselenin üstesinden gelmeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Bilgi kirliliğine maruz kalınan bu asırda soruların doğru cevapları ve adresleri de maalesef bulunamıyor. Bu yüzden zamanın sahibi olanın sözlerine bakmak elzem hale geliyor.

Tarih boyunca felsefecilerin, kelâmcıların sordukları, fakat cevabını veremedikleri bu probleme ve boğuldukları bu meselelere, Zamanın Bedii, ayakları dahi ıslanmadan gözleri açık bir şekilde, üstelik en âmi birinin anlayacağı, kolaylıkla cevaplar veriyor.

“Feleğe karşı kalbim dehşetli sualler soruyor” ve “kadere karşı müthiş itirazlar” oluyor. (2. Şuâ) diyen Bediüzzaman da bu minvalde sorular soruyor, fakat ne Farabi ekolüne bağlı İbn-i Sina gibi akılla çözeyim derken vahiyden kopan mantığa girmeden, ne Maarrili şair Ebu’l Ala gibi tamamen kötümser, ne de Ömer Hayyam gibi tamamen iyimser bir yaklaşımda bulunmadan kötülük problemini “sırr-ı vahdete” dayanarak çözüyor.

Bediüzzaman meseleyi önce adem ve vücut kavramlarıyla ele alıyor. Bazı şeylerin zahiri olarak adem ve şer olduğu fakat hakikatte şer olmadığını ifade ile işe başlıyor. Meselâ, şer gibi görünen ölüm, adem değildir. O, “ehl-i iman için bir terhistir…, bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bakiyenin mukaddimesi ve kapısıdır.” (2. Şuâ) Yani ölüm, ne kötüdür, ne de ademdir. Yine Bediüzzaman, varlık alanını daha da genişletiyor ve “Eşya, zeval ve ademe gitmiyor; belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor; âlem-i tegayyür ve fenadan, âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor.” diyor. (24. Mektup)

Bediüzzaman bu kafaları karıştıran sorulara cevap verirken önce kötülük diye nitelendirilen hadiseleri iki başlıkta topluyor. Ahlâkî kötülükler ve tabiî (deprem, yangın, hastalık, afet vs.) kötülükler. Bunların hikmetlerini zahiren çirkin görünen hadiselerin arkasındaki güzel meyveleri ispat ediyor. Üstelik soru soran muhataplarının imanî alt yapılarını bilerek cevap veriyor. Meselâ imanı olan, ama Yaratıcının neden kötülüklere müsaade ettiği konusunda kafa karışıklığı olanlar için, “O (Allah), mülkün malikidir ve mülkünde istediği şekilde tasarruf eder” der ve meşhur mahir bir Sanatkârın senin üzerine giydirdiği “Palto” örneği ile akla yaklaştırır. Allah’ın bütün işlerinde Rahmet, Adalet ve Hikmet olduğu inancı üzerinden değerlendirmelerde bulunur. İnanç temeli olmayanı Âyet’ül Kübra yolculuğuna çıkarır, önce inancı muhkem eder sonra cevapları verir.

Ayrıca kötülük denen hadiselerin hepsinin kötü olmadığını, “İnsan hem zahirperest, hem hodgam olduğundan zahire bakıp çirkinliklere hükmeder.” diyerek “kabukta kalıp özü bulamamak” hastalığının akılları göze indirdiğinden bahseder, bu da pek çok hataların işlenmesine sebep olur tesbitinde bulunur. Âlemde görülen bazı tahribat, felâket, hastalık ve sakatlığa hatta şeytanın yaratılışına dahi hikmet gözüyle bakmanın gerekliliğini ve nasıl bakılacağını eserlerinde öğretir.

Ahlâkî kötülükte ise fail insanın kendisidir. Bütün hayırlar Allah’tan, şerler ise kulun kendi kesbiyledir yaklaşımıyla formülleştirir. Zira imtihanın ve irade sahibi olmanın bir gereğidir bu. Kötülük problemini, küçük bir âlem olan insanın kötülüğünün nihayetsiz cinayetler işleyebilecek potansiyelde olduğundan hareketle bu azim cinayetlerin hesabını vereceği, mazlumun hakkını alacağı bir dar-ı ahiretin olacağının ispatında kullanır.

Hasılı; Bediüzzaman’ın “Şerri yaratmak şer değildir, şerri işlemek şerdir”. “Büyük hayırlar için, cüz’î şerre bakılmaz.” “Kâinatta hakikî manada kötülük ve çirkinlik yoktur.” “Eşyanın hakikati zıddıyla bilinir.” “Şer ve çirkinlik vâhid-i kıyasîdirler” ve benzeri gibi çok önemli tesbitlerin üzerinde ciddî çalışmalar yapmak bu cevapları, bizzat soruları sorarak tebarüz ettirmek gerekmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*