Kur’ân bizi siyâsetten men’etmiş

Risâle-i Nur’da açık ve net olarak ifade edilen “Kur’ân bizi siyâsetten men etmiş” cümlesi bir kaç yerde geçmektedir.

Bu men edilişin çok hikmetleri ve gerekçeleri de izah edilir. Bu konuda şu suali sormak icab eder. Kur’ân bizi neden şiddetle siyâsetten men’etmiş? Veya ‘Kur’ân bizi hangi siyâsetten men’etmiş?’

Risâle-i Nur’da siyâset iki kısma ayrılır. Birincisi muktesit meslek olarak tavsif edilen müsbet siyâsettir. İkincisi ise menfaat üzerine kurulmuş ve masumları belâya sokan menfî siyâsettir. Öyleyse Kur’ân’ın bu ahirzaman asrında men ettiği siyâset, menfî esaslara dayalı menfaat üzerine dönen şerli siyâsettir. Bizler de özellikle ehl-i îmâna ve Risâle-i Nur’a muhatap olanlara yol göstermesi açısından bu zamanda Kur’ân’ın bizleri niçin fiilî ve menfî siyâsetten men ettiğini yine Risâle-i Nur’a bağlı kalarak tasnif etmeye çalışalım inşâallah.

Birincisi: Bedîüzzamân Hazretleri Eskişehir Müdafaaları’nda “Hizmet-i kudsiyem beni (siyâsetten ve idareye ilişmekten) men’ediyor.” demiştir. Talebeleri de “Üstâdımız bizi siyâsetten men’ediyor, zarardır.” diye ikaz diyorlar. Bundan dolayıdır ki “Risâle-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle (fiilî ve menfî) siyâsetten kaçıyorlar.”1 Çünkü îmân hizmeti aslî bir hizmettir. Dünyevî ve siyâsî mülâhazalardan beri ve paktır. O tür mülâhazalar hizmet-i îmâniye ve Kur’âniyeye arız olmaması lâzımdır.

İkincisi: Öncelikle hak ve hakîkat olan hizmet-i Kur’âniye, şimdiki zamanda çoğu yalancılıktan ibâret olan dünya siyâsetine tenezzüle meydan vermiyor. Menfî ve şerli siyâsetten bizi kat’iyyen men’ediyor. Hayat-ı ebediyeye ciddî çalışmak ve zararsız ve müstakim yol ile Kur’ân’a hizmet etmek, elbette dağdağa-i siyâsetten çekilmeyi iktiza ettiğinden, ehl-i dünyanın hata ve harekâtlarıyla alâkadar olmamak, belki kalblerimizi bulandırmamak için fiilî ve menfî siyâsetten kaçınılıyor.

Üçüncüsü: Kur’ân bizi menfî siyâsetten men’etmiş, tâ ki elmas gibi hakîkatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin. Yani Kur’ân hakîkatleri dünyevî işlere âlet edilmesin ve basamak yapılmasın. Kur’ân’ın elmas gibi hakîkatleri propaganda-i siyâset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirilmesin.

Dördüncüsü: Şefkat, vicdan, hak, hakîkat bizi siyâsetten men’etmiş. Çünkü tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlara müteallik yedi sekiz mâsum biçare, çoluk çocuk, zaif, hasta, ihtiyarlar var. Belâ ve musîbet gelse, o sekiz mâsumlar belâya düşecekler. Belki o iki münâfık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyâset yoluyla, idare ve âsâyişi ihlâl tarzında, neticenin husûlü de meşkûk olduğu halde girmek, Risâle-i Nur’un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakîkate zıt olduğundan Kur’ân bizi menfî ve fiilî siyâsetten men’etmiş.

Beşincisi: Bedîüzzamân Hazretleri “Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyâset âleminden men’etmiş. Hattâ düşünmesini de bana unutturdu.” diyerek bu zaman ve zeminde Kur’ân’a safiyâne hizmet etmek için hizmet-i Kur’âniye bizleri siyâsete temas etmekten ve fiilî alâkâdâr olmaktan men ediyor.” demiştir. Üstâdımız otuzbeş seneden beri, şeytandan istiâze eder gibi siyâsetten çekilmiş ve siyâseti tamamıyla terk etmiştir. Hiçbir siyâsî gayesi ve maksadı bulunmadığı ve bütün kuvvetiyle îmânı kurtarmaya çalıştığı bilinmektedir. O, asla dini siyâsete âlet etmemiş, mümkünse siyâseti dine alet ve dost yapmaya çalışmıştır. Bu cihetle de dinin siyâsete âlet edilmesini Kur’ân şiddetle men etmiş.

Altıncısı: İhlâs ile hakikî hizmet-i îmâniye, bizi her nevi siyâsetten çektiği gibi; netice odaklı değil rıza-ı İlâhî odaklı hizmet olan hizmet-i îmâniye ve Kur’âniye, sırr-ı ihlâsın muvaffakiyeti için bizi menfî ve fiilî siyâsetten men etmiş. En önemlisi de mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men ediyor. Bedîüzzamân Hazretleri de “Otuzbeş senedir ki, siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da bırakınız diyordum. Sebebi, siyaset ihlâsı kırar.”2 demiştir. Hakîkat-i ihlâs, bizim için şan-ü şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden bizi men ediyor. Çünkü, “bu gaflet zamanında, hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi, her şeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da, o dünyevî mesleğe bir nevi alet hükmüne getiriyor. Hâlbuki, hakaik-ı îmâniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-i İlâhîden başka bir gayesi olamaz.”3

Yedincisi: Risâle-i Nur şakirdlerinin siyâsete bakmamaları ve çarpışmalardan gelen zulümlere hissedâr olmamaları için; merakla, tarafgirâne bakmak ile tahribatlardaki zulümlere hissedâr olmamak adına şiddetle Kur’ân bizi menfî ve fiilî siyâsetten men’etmiş.

Sekizincisi: Nur Talebeleri Kur’ân’ın bir kanun-i esasîsiyle, yüzde doksan masuma zarar gelmemek için on cani yüzünden asayişi bozmaya çalışanları men ediyorlar. Bu cihetle de masumlara zarar gelmemesi noktasında Kur’ân bizi siyâsî metodla hizmet etmekten men’etmiş.

Dokuzuncusu: Bedîüzzamân ve talebeleri “Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını, meşkûk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışmayla feda etmemek için; hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur’ân için şiddetle siyasetten kaçıyor.”4

Onuncusu: Netice olarak “Bu dünya fânidir. En büyük dâvâ, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Hakikî dâvâ budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zararlıdır. Siyâsetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyâset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder.”5 Öyleyse aslî olan imâna ve Kur’ân’a sırr-ı ihlâs ile hizmet etmektir. Dünyayı da ahiret hesabına istimal etmek ve ahirete bir mezra ve tarla yaparak çalışmaktır.

Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, 2013, s. 201.
2- Beyanat ve Tenvirler, 2011, s. 305.
3- Emirdağ Lâhikası-I, 2013, s. 82.
4- Mektubat, 2013, s. 103.
5- Emirdağ Lâhikası-I, 2013, s. 45.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*