Kur’ân gözüyle insanın dünya saadeti ve vazifeleri

alt

Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği sayısız nimetler vardır. Bunlardan bir çoğu Risale-i Nur Külliyatı’nda zikredilmiştir. Biz bu yazımızda yaz dönemi boyunca özellikle “Sözler” ve “Mesnevî-i Nuriye” üzerinde yapmakta olduğumuz araştırmacı okumalardan tesbit ettiğimiz değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Mesnevî-i Nuriye’nin, Habbe bölümünde (eski tanzim shf. 101-2, yeni tanzim shf. 190-2) “İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünyada sana ait çok emirler vardır” başlığı altında tam yedi tane emir ve vazife sayılıyor. Bunlar; “ceset, hayat ve hayvaniyet, insaniyet, ömür ve yaşayış, vücut, belâ ve musîbetler, bu dünyada misafir olmak” şeklinde sıralanıyor. Konuya bir hatırlatmayla giriliyor: “Amma ne mâhiyetlerinden ve ne âkıbetlerinden haberin olmuyor.” Evet, muhtevasını, kapsamını ve geleceklerini bilemediğimiz fakat taşıdığımız yedi önemli emir, hâl ve nimet.

Bu yedi maddeye kısaca bir göz atmaya çalışalım:
En başta “ceset”ten bahsediliyor. Genç iken lâtif, zarif ve güzel bir gül çiçeğine, ihtiyarlığında ise kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzeyen ve başkalaşan cesedimizden… Acaba kıymetinin farkında mıyız?

İkinci olarak zikredilen “hayat ve hayvaniyet” hakikatinin sonu ölüm ve kaybolmak olarak izah ve tarif ediliyor. Ölümle ne kadar yüzleşebiliyoruz?

Üçüncü sıradaki “insaniyet” maddesinde ise, insaniyetin, yokluk ve ebedîlik arasında mütereddit olduğu, ancak “Dâim-i Bâkînin” zikriyle muhafaza edilebileceği hatırlatılıyor. Çoğu yerde ölen, “insanlık!”

Dördüncü sıradaki “ömür ve yaşayış” konusunun hududunun tayin edilmiş olduğu; bir dakika ileri ve geri kalmayacağına vurgu yapılıyor. Bundan dolayı da boşuna elem çekmenin, mahzun olmanın, tahammül haricinde emeller yüklenmenin gerekmediği anlatılıyor. Kader çizgisiyle belirlenmiş olmasına rağmen hayatın her karesinde zorladığımız, anlaşılması zor her şeye rağmen “yaşama” anlayışının getirdiği sıkıntılar…

Beşinci sıradaki “vücut” gerçeğinde, insanın mülkü olmadığına işaret ediliyor. Ve vücudun sahibinin hakikî mülkün sahibi olan “Mâlikü’l-Mülk olduğu”, O’nun bizden daha fazla vücudumuza şefkatli olduğu, hakikî mülk sahibinin emrinden hariç o vücuda karışıldığı zaman zarar verilmiş olacağına dikkat çekiliyor. Buna en güzel örnek olarak da; “ümitsizliği netice veren hırs” gösteriliyor.

Altıncı olarak zikredilen “belâ ve musîbetlerin”; geçici oldukları belirtiliyor. Devamlarının olmadığı, bunların zıtlarının zihne gelmesinin insana lezzet verdiği belirtiliyor. Birçok insanın hep hayalî olarak korkup titrediği “belâ ve musîbetler!”

Yedinci ve son olarak; “insanın bu dünyada misafir” olduğu, bu dünyadan başka bir yere gideceği, bunun için de misafir olan kimsenin, beraberinde getirmediği bir şeye kalbini bağlamaması lâzım geldiği tesbiti yapılıyor. İnsanın, her an, bulunduğu menzilden ayrılma ihtimalinin varlığı gibi, bulunduğu şehirden, nihayetinde bu fâni dünyadan da çıkacağı belirtilerek, en akıllı ve kârlı çıkışın, “aziz” olarak çıkış olduğu vurgulanıyor.

“Vücudunu Mûcidine (vücudu verene) feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider (boşu boşuna gider) veya O’nun malı olduğundan, yine O’na döner. Eğer vücuduna itimad edersen, ademe (yokluğa) düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulunabilir.” tesbiti zaten her şeyi özetliyor.

Evet, müthiş bir ders ve tesbit; “vücudun terkiyle vücut bulmak!” Yani; sahip olduğunu sandığımız ve aldandığımız dünya varlıklarını terk ederek Hakikî Mülk Sahibinin emrine girme şerefine ulaşmak.

Bu mübarek günler, düşünce ve icrâ olarak tam bunları idrak edip yapmak için büyük bir fırsat ve vesile. Cenâb-ı Hak, bunları bütün inananların ve insanların hakkıyla idrak edip tatbikat sahasına koymalarını nasip etsin inşaallah. (Âmin).

Dünya lezzetlerinin kısmete bağlı olduğu, aşırı hırs ve istemekle bunlardan mahrum olunacağı âyet, hadis ve tecrübelerle sabittir. O zaman aklı başında olanlar çabuk kaybolup giden bu geçici lezzetler için, kalbî bir bağlılıkla bunlara kıymet vermez.

“Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezâizi (lezzetleri) terk etmek evlâdır (uygun olandır).” Çünkü ileride gelecek gerçek hayat; ya saadettir; saadet ise şu geçici lezzetlerin terkiyle olur. Veya şekavet, yani sıkıntıdır. Ölüm ve idam beklemesinde olan bir adam, sehpanın süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? (Age, s. 102/192)

Küfürde olan ve o küfründen dolayı dünyasının, geleceğinin tamamen yok olduğunu düşünen bir insan için de; lezzetlerin terki en uygun olanıdır. Çünkü o lezzetlerin yokluğuyla meydana gelen hususî, sınırlı yokluk, ileride geleceği vehmedilen mutlak yokluğun acı elemi ile her dakika hissediliyor. Bu gibi lezzetler, bu müthiş elemlere baskın çıkıp huzur getirmiyor.

Sözün özü; bu dünya hayatı için bile Kur’ân ve İslâm tam bir geçerli reçete.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*