Kur’ân harfleri okunduğu zamana göre de sümbüllenir

Fâtiha Sûresi’nde de geçen “dîn” sözcüğünde bu mânâların hepsi kast edilir, diyebiliriz.

Zaman, mekân, durum, şart ve pozisyona göre herbirisi devreye girmektedir. Zâten, Kur’ân’ın i’câz, yâni mu’cizeliğinin (başkalarının yapmasında âciz bırakan, insan tarafından yapılması mümkün olmayan durum) ve îcâz’ının (az söz, kelime ile çok şeyi anlatmanın), cihanşumûllüğü/evrenselliğinin bir yönü de budur. Bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, ima, telmih (üstü kapalı ifâde ve imâ), telvih (söz arasında mânâlı söz söyleme) gibi tabakalarla müfessirinin beyan ettikleri mânâlar, Arapça gramer kaideleri ve usûl-ü dine muhalif olmamak şartıyla, o mânâlar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur.1

Türk dili ve edebiyatı Profesörü Nihad Sami Banarlı, “gönül ve düşmek” gibi kelimelerin, 150’yi aşkın mânâlarda kullanıldığını belirtir “Türkçe’nin Sırları” isimli kitabında. İnsanî bir kelâm bu kadar mânâ yüklenirse; Arapça’nın zengin grameriyle örülen İlâhî kelime, bağlaç ve harflere yüzlerce anlam yüklenmesi akıldan uzak görülmemeli. Üstelik Kur’ân harfleri okunduğu zamânâ göre de sümbüllenir.2 Zaten bâtın (iç, gizlilikler, sırlar) ilmini bilen kimseler için Kur’ân baştan başa gaybî (metafizik, esrarengiz, gizemli) haber türündendir.3 Harf ilmi bilginlerinin Kur’ân’dan bir sayfa kadar eser meydana getirmeleri bu sırdandır.4

Kâinat kitabının tefsiri olan Kur’ân;5 kanun duâ, hikmet kitabı, ubûdiyet (kulluk) emir ve dâvet, zikir, fikir kitabı, hem bütün insanın bütün mânevî ihtiyaçlarına mercî/kaynak olacak çok kitapları ihtivâ eden tek, câmi’ (bütün özellikleri toplayan, kapsamlı) mukaddes bir kitap,6 olması açısından da bütün ilimlerin fezlekelerini/özlerini taşır. Elbette böyle özellikleri olan Kur’ân’ın hakikî tercümesini yapmak imkânsızdır. Çünkü, tercüme veya meal, motamot kelimenin karşılığını verir. Dolayısıyla, bu sayılan mânâlar gizli kalır.

Öte yandan tercüme; Arapçadaki cezalet, belâgat ve harika kıymetini muhafaza edemez. Küllî ve umûmî olan kelâm-ı İlâhî, elbette “meal, tercüme” ile mânâsı anlaşılmaz. Zira bir milletin mizacı o milletin hissiyatının menşei olduğu gibi, lisan-ı millîsi de hissiyatının mâkesidir. Milletin emziceleri muhtelif olduğu gibi, lisanlarındaki istidad-ı belâgat dahi mütefavittir-lasiyyemâ Arabî lisanı gibi nahvî bir lisan olsa…

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz, s. 12.
2- Osmanlıca-Türkçe/Lügat, Yeni Asya Neşr., s. 245.
3- Bediüzzaman, Sözler, s. 312.
4- Bediüzzaman, Age, s. 369.
5- Bediüzzaman, Sözler, s. 121
6- Bediüzzaman, Age, s. 331. 58 Bediüzzaman, Muhakemât (eski baskı), s. 78.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*