Kur’ân, kâfirler için bir hasrettir

“Gerçekten o (Kur’ân), kâfirler için bir hasrettir (ahirette pişmanlıktır).” (Hakka Sûresi: 50)

Hasret, uzaktan özlemle bakmak, ama kavuşamamaktır. Hayatını Kur’ân’dan uzak geçiren, gerçekleri örten, görmezden gelen kâfirler, Kur’ân’a ahirette de hasretle bakarlar, ama o duygu hiç bitmez, kavuşma gerçekleşmez.

En güzel, en etkileyici söz olan Yüce Kur’ân, kitapların da en güzelidir. O Kitap insana sevginin, şefkatin, merhametin, vefanın, sadâkatin, muhabbetin, dostluğun, kardeşliğin ve barışın san’atını öğretir. Hayatın suyudur, ışığıdır; kalbin ve bedenin şifasıdır. Onunla yaşayan kalp, onunla tatmin bulur. Ancak onun İlâhî ışığıyla aydınlanır hayat, ancak onunla nurlanır.

Hayatında Kur’ân olmamanın rahatsızlığı müthiş bir azaptır. Allah onu kalplerde ‘onulmaz bir hasret’ olarak kılar. Kavuşma gerçekleşmedikçe o kalp mutmain olmaz, pişmanlıklar içinde yaşar. Bediüzzaman, yaşlılık döneminde yaşadığı derin bir pişmanlık hissini ve nasıl teselli bulduğunu hikmetli bir şekilde şöyle anlatıyor:

“Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazî-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:

‘Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür (ömür sermayesi) oldu hebâ,

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.

Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,

Dîde giryan (göz ağlayan), sîne biryan (kavrulmuş), akıl hayran (şaşkın), bîhaber.’

O vakit gurbetteydim. Me’yûsâne (ümitsiz bir şekilde) bir hüzün ve nedametkârâne (pişmanlık duyarak)) bir teessüf ve istimdatkârâne (yardım istercesine) bir hasret hissettim. Birden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını (ışığını) verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye’si (ümitsizliği) dahi izale eder (giderir) ve o karanlıkları dağıtabilirdi.” (26. Lem’a)

Ancak elbette yaşayan her insan için, Allah’ın hikmetle yarattığı sayısız güzelliği, sarıp kuşattığı harikaları fark edememiş ve şuur kapısından içeri girememiş de olsa, ümit vardır. Kur’ân’la nurlanamamış olmanın ruha yaşattığı pişmanlığın, dünyada telafisi mümkündür, ama ahirette, Allah huzurunda yapayalnız sorgulanırken, duyarlı teraziler konulup, herkese dünya hayatında yapıp-ettiklerinin karşılığı zerre kadar haksızlığa uğratılmadan verilirken yaşanan pişmanlığın, asla geri dönüşü yoktur. Hayatı boyunca Kitabından yüz çevirerek yaşamış olan kâfirlerin kitaplarının verilme ânı, müstahak oldukları büyük azabın habercisidir âdeta. Mü’minler kitaplarını sağ yanlarından alırken, onların kitapları sol yanlarından verilir.

“… Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler. (Bakara Sûresi, 167)”

Yüce Rabbimiz, ahirette mü’minler ve kâfirlerin aralarını kesin olarak ayırır. Bu ayrım dünya hayatında da vardır; Kur’ân’a uyanlar mutlu ve huzurlu iken diğerleri mutsuz ve bedbahttır. İnsan, fıtratı gereği, Kur’ân’a uygun olmayan bir sistemde asla huzurlu bir hayat süremez.

Dünyada iken ‘manevî cennet’i yaşamanın yolunu bize şöyle izah ediyor Bediüzzaman:

“İşte, bu insan âlemini bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letaif-i insaniyem, belki bütün zerrat-ı vücudum feryad ile ağlamaya hazır iken, birden Kur’ân’dan gelen Nur ve kuvvet-i imân o dalâlet gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. Gördüm ki, Cenâb-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahman ismi Kerim burcunda, Rahim ismi Gafur burcunda, yani manasında, Bais ismi Varis burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Malik burcunda birer güneş gibi tulu ettiler. O karanlıklı ve içinde çok âlemler bulunan insan âleminin umumunu birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler. Cehennemi hâletleri dağıtıp, nuranî ahiret âleminden pencereler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Zerrat-ı kâinat adedince, ‘Elhamdülillah, Eşşükrülillah’ dedim. Ve aynelyakin gördüm ki, imanda manevî bir Cennet ve dalâlette manevî bir Cehennem bu dünyada da vardır, yakinen bildim.” (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 9)

Sorumluluğumuz; Üstad’ın ifade ettiği gibi ‘manevî cehennem’in karanlıkları içindeki o perişan insanı güzel ve yumuşak sözle Kur’ân’a dâvettir ki Allah’ın dilemesiyle dünyasına nurlar serpilsin. Sözün en güzeline yönelsin ki gaflet perdelerinden sıyrılsın. Ki hasreti dinsin, kalbi mutmain olsun, göğsü şifaya kavuşsun…

“İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar.” (Meryem Sûresi, 39)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*