Eğer desen: “Acaba neden Kur’ân-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesâili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i ammeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zâhirânede söylüyor.”
Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatin yolunu şaşırmış onun için. Hem, geçmiş derslerden ve sözlerden elbette anlamışsın ki, Kur’ân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor; tâ zat ve sıfât ve esma-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil, belki mu’cidleri için bakıyor. Hem, umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise, mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem, hususan ehl-i fenne hitap ediyor. Öyle ise, madem ki Kur’ân-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, bürhan yapıyor; delil zâhirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir.
Hem madem ki Kur’ân-ı Mürşid, bütün tabakàt-ı beşere hitap eder; kesretli tabaka ise, tabaka-i avâmdır. Elbette irşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ibham ile icmal etsin ve dakik şeyleri temsil ile takrîb etsin ve mugalâtalara düşürmemek için zâhirî nazarlarında bedihî olan şeyleri, lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir.
Meselâ, Güneşe der: “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira, Güneşten Güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan; intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor.
Evet, der: “Eş-şemsü tecrî” [Yâsin Sûresi: 38.], “Güneş döner.” Bu döner tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufat-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. İşte, bu dönmek hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama tesir etmez.
Sözler, On Dokuzuncu Söz, s. 272
LÛGATÇE:
âyine-i marifet: Tanıma aynası; bildirip tanıtan ayna.
bedihî: Açık.
dakik: İnce; anlaşılması, fark edilmesi büyük dikkat isteyen.
Hâlık: Yaratıcı.
hiss-i amme: Genelin hisleri, duyguları.
ibham: Kapalı durumda bırakma.
ifham etmek: Bildirmek, anlatmak.
kesretli: Çok.
maânî: Manalar.
mensuc: Dokunmuş.
mesâil: Meseleler.
meşhud: Görülen, şahit olunan.
mugalâta: Yanıltacak şekilde söz söyleme.
mücmel: Özet, öz.
Sâni’: Her şeyi san’atla yaratan Allah.
sirac: Kandil; ışık.
suret-i basitâne-i zâhirâne: Göz önünde ve basit olan şekil.
takrîb: Akla yaklaştırma.
zat ve sıfât ve esma-i İlâhiye: Allah’ın zatı, sıfat ve isimleri.
Benzer konuda makaleler:
- Güneş lekeleri, kıyamet habercisi
- Kur’ân bütün zamanları tenvir eden bir kitaptır
- Burada ekiyoruz, ahirette mahsul alacağız
- Adalet, bütün kâinatın hareket düsturu
- Madem Sen varsın, herşey var
- Nezafet ve adalete riayet edilmeyince…
- Kur’ân her asra hitap ediyor
- Zat-ı Ahmediye’nin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Kur’ân-ı Hakîm’in daire-i kudsiyesine girmeli
- Ona (asm) koşmak, onu dinlemek lâzım
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun