Kur’ân medeniyeti ve koronavirüs

Kur’ân’ın tarif ettiği hakikî medeniyete olan ihtiyacımız; karanlık bir gecenin sabahında doğan güneşe olan ihtiyaçtan daha az değildir.
Bugün modernleşme ve aydınlanma adına sunulan sahte ışıklar, aslında gerçek medeniyeti görmemize perde oluyorlar.

İslâm şairi Mehmet Âkif’in, “tek dişi kalmış canavar” olarak vasfettiği sahte medeniyetin insanlığa verdiği zarar, akıttığı kan, aldığı can ve döktürdüğü gözyaşı karşısında; Çin’de ortaya çıkan ve dünyaya yayılma istidadı gösteren “virüs” çok masum kalır. Hatta sahte medeniyet perdesine bürünüp insanlığa kan kusturan zalimleri korkutması, belki devamında hizaya getirebileceğini düşündürmesi açısından İlâhî Kudret’in vazifeli memuru olarak bile görülebilir.

Said Nursî Hazretleri, “Kurun-u ûlânın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!” demişti.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda, Hazret-i Âdem’den (as) bu yana yapılan savaşlarda ölenlerden daha fazla insan ölmüş ve bu ölenlerin kahir ekseriyeti de masum olarak ölmüştür. Bu savaşlara sebebiyet verenler ise, dünya midesinde bulantıya vesile olan mikroplu enfeksiyonlar gibidir. Nasıl insan midesi yabancı ve mikroplu şeylere tepki olarak kusma refleksini gösteriyor ise, insanlığın içtimaî midesi de böyle alçak, zalim ve müfsit insanları ve onların günah ve zulümlerini ifraz ediyor, denilebilir.

Kur’ân medeniyetine en güzel örnek Asr-ı Saadet’tir. Yüzlerce sene önce hakikî medeniyetin Medine’de yaşanmış olması, Yesrib’in Medine’ye dönüşmesi; medeniyetin, modernizmin mahkûmu olmadığını açıkça gösteriyor.

Kur’ân medeniyetinin ne mânaya geldiğini ve hayata geçirme yollarını, Kur’ân’ın çağımıza bakan tefsiri Risale-i Nur ortaya koyuyor.

İşte bakınız sadece bu cümle bile Kur’ân medeniyetinden ne kadar uzaklaşıldığını gözler önüne seriyor:

“Saadet odur ki; umuma veya eksere saadet ola! Nev-i beşere rahmet olan Kur’ân-ı Kerîm ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.”

Halbuki bugün dünyada gücü ve sermayeyi elinde tutan güruh, insanlığın ekseriyetini mahvetme ve dünyayı felâkete sürükleme pahasına gücüne güç, sermayesine sermaye katma peşinde.

Kur’ân âyetleri ve Hadis-i Şerif’ler, insanoğlunu hem dünya hem de ahiret saadetini netice verecek Kur’ân medeniyetine dâvet ediyor. Risale-i Nur parlak delillerle bunu ortaya koyuyor.

Lâkin gaflet, dalâlet ve azgınlık had safhada. Âciz ve zayıf olduğu kadar, gafil ve gaddar olan insanoğlu kendi vahim sonuna doğru doludizgin gidiyor. Kıyamete dâvetten başka bir mâna taşımayan fiilleri inadına icra ediyor. Artık yeryüzünde işlenen cürüm ve günahların haddi hesabı yoktur.

Ama öyle bir noktaya geliyor ki, kıyameti bir emirle koparmaya muktedir olan İlâhî Kadret; sonsuz ilmi ve iradesiyle, bilmediğimiz hikmetlere binaen, belki de Habibi’nin müjdelerinin tahakkukuna zemin hazırlamak ve kıyameti ertelemek muradıyla, ikaz mahiyetindeki musîbetleri devreye koyuyor. Allahu âlem!

Rabbülâlemin, geçmişte azgınlaşan nice kavimleri helâk etti. Sineklerle, karıncalarla, çekirgelerle; firavunların, nemrutların saltanatlarına son verdi. Allahu âlem; dünyayı susturan, savaş meraklılarının heveslerini kursaklarında durduran ve insanları hanelerine kıstıran bu koronavirüs de sanki vazifeli bir memur gibi iş görecek.

Belki bir bakacağız ki; savaş, sömürgecilik ve istibdat; yerini yardımlaşmaya, işbirliğine ve devletler arası istişareye bırakıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*