Kur’ân rasathanesinden âyet dürbünüyle bakmak

mustafa-ozturkcuMânâ âleminin kahramanlarına has bir hususiyettir, Kur’ân rasathanesinden âyet dürbünüyle bakmak. Sadece, bakmakla kalmazlar… Okurlar, okuturlar, mânâ-i harfi içinde âlî hakikatleri. Âlem-i berzah ile, âlem-i şehadet arasındaki köprüleri ihsas ederler.
Meselâ; “Ey insan! Başını kaldır, Kendini sana tanıttırmak isteyen faal ve kudretli Zât’ın harika işlerine bak, sen başıboş olmadığın gibi, şu âlem-i şehadette görünenler dahi başıboş değildirler. Bir Sultan’ın varlığını gösteren nişanelerdir mevcut olan her şey” (Sözler) diyerek, insan denilen harika varlığın, akıl, kalp ve ruh ufkunu açarlar, hakikatlı söylemleriyle.

Nazarları, pek keskindir mânâ sultanlarının. Kalp gözleri açıktır. Zira onlar, Kur’ân rasathanesinden âyet dürbünüyle bakarlar. Kendilerini ve mevcut varlıkları ”Kelâmullah” ekseninde okudukları gibi, çevresini ve yaşadığı şu koca kitab-ı kebir-i kâinatı ve içindekileri de okur ve okuturlar…

Okumaya yönlendirdikleri kâinatın harika san’atını teşhirle gözler önüne serip, kalblere kapı aralarken, izhar ettikleri hakikatler pek mükemmel, pek büyük ve seraba nuranî hakikatlerdir.

Zerreden şemse kadar bütün varlıkların sahib-i hakikisi olan, bir tek ”BİR”i gösteren hakikatlerin tefekkürünü izhar edenlerdendi Bediüzzaman Hazretleri. “Heyet-i mecmuu”nu yani, kâinatın bütününü, İlâhî san’atlarla mücehhez kitab-ı kâinat’ı okurken, şu mübarek ifadelerle beyanda bulunur, der ki:

“O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sahifeleri ve satırları, umumunun her vakit mânidarâne mahv u ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, icma ile, bir Alîm-i Küllî Şey’in ve bir Kadîr-i Küllî Şey’in ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşey ile münasebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâlin ve bir Kâtib-i Zülkemâlin vücudunu ve mevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütün erkân ve envâıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve varidat ve masarifatıyla ve onlarda maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecdidleriyle, bilittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âli bir Usta’nın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. (Asa-yı Musa, 207-208)

Kur’ân rasathanesinden, âyet dürbünüyle varlıklara bakıp, hakikatleri akıllara göstermenin bir başka metodunu ise, Bediüzzaman şu münacaatıyla dile getirir:

“Yâ İlâhî ve Ya Rabbi! Ben imanın gözüyle ve Kur’ân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın dersiyle ve ism-i Hakîm’in göstermesiyle görüyorum ki, semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamiyle senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin…”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*