Kur´ân sesinden çok etkilendim

Komşusunun evinde okunan Kur’ânı Kerîm sesinden etkilenerek İslâma giren, hayatı değişen ve Türkiye’ye yerleşmeyi cânı gönülden isteyen Almanya’da Rensburg’ta oturan eski ismi Alman Stephanie Schmidt olan ve İslâmla şereflendikten sonra Rendsburg’ta Alman Zeynep olarak bilinen ve Türkiye’den Mesut O­nat ile evlendikten sonra Diyarbakırlı Zeynep olarak anılmaya başlayan Zeynep O­nat’ın ihtida öyküsünü kendi dilinden dinleyelim, kendi dilinden tanıyalım o­nu:

* Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1974 Almanya doğumluyum. İki kardeşiz, benden küçük bir erkek kardeşim var. Almanya’da Danimarkaca okul bitirdim. Almanya’da liseyi bitirdikten sonra istediğiniz bölümde meslek eğitimi görüyorsunuz. Meslek okulunda Telekomünikasyon bölümünde Danimarkaca eğitim gördüm. Okulun ana dili Danimarkaca, yabacı dili Almanca idi. Şu anda Hamburg’ta Mobil.com’da çalışıyorum.

* İslâmla şereflenmeniz nasıl oldu anlatır mısınız?

16-17 yaşlarındaydım. Bizim komşularımız vardı, Müslüman bir aile. Benim yaşlarımda bir kızları vardı (kız başörtülüydü). Komşunun kızıyla dışarıda tanıştık. Sonra gördüm ki babası namaz kılıyor, Kur’ânı Kerim okuyor. O Kur’ân sesinden çok etkilendim. Daha önce öyle bir şey hiç duymamıştım. Televizyonda başka da, canlı canlı hiç duymamıştım, çok etkilendim. Sormaya başladım (İslâmiyeti), kitaplar aramaya başladım. Bizim kaldığımız yerde de böyle İslâmiyeti anlatan Almanca kitaplar bulmak zordur. Bize en yakın yer Hamburg’tur. Orada böyle birkaç kitap aldım, İslâmiyette helâl ve haramı anlatan kitaplar okudum. İslâmiyet hakkında kitaplardan bilgi aldım. Çok doğru geldi bana. Zaten en doğru din İslâmiyettir, başka din benim için hiç geçerli değil, en doğrusu zaten (İslâmiyet) temiz bir din. Çok rahatladım okuyunca, çok mantıklı da geliyor zaten. Meselâ oradaki İslâmiyeti bilmeyen kişiler (ben de önce öyle düşünüyordum) “Başörtüsü acaba neden örtülüyor?” diyorlar. Bayanlar çok baskı altında kalıyorlar gibi görünüyorlar dışarıda. Fakat okuduktan sonra çok mantıklı geldi. Severek başımı da kapattım, çok hoşuma gidiyordu.

* İslâmiyetle ilgili hangi kitapları okudunuz?

Almanca Arapların yazmış olduğu kitapları okudum. Yazarlarını hatırlamıyorum, meselâ bir tanesi İslâmiyette helâlharam idi. İslâmiyet’in kendi anlatımı olan kitaplar okudum. Almanca Kur’ân aldım ilk başta zaten o­nu okuyordum. Şimdi Türkçe’sine geçtim. Hepsini tam anlayamıyorum, zor oluyor, eşimden dolayı Türkçesini daha iyi anlıyorum yoksa önceden ben okuyordum, anlamıyordum.

* Bahsettiğiniz Müslüman ailenin yanında mı Müslüman oldunuz?

Hayır ben o ailede gördüm (İslâmiyeti) araştırdım, sordum. Hamburg’ta Merkez Camide kelime-i şehadet getirdim. Başımı örttüm. Kendi başıma Müslüman oldum. İki isim söylediler: Elif ve Zeynep. Ben Zeynep ismini seçtim.

ÖNCEKİ HAYATIM BOŞTU

* İslamlâ şereflenmeden önceki ve sonraki hayatınızı göz önüne getirirseniz ne diyeceksiniz?

Aslında çok basit, önceki hayatım boştu. Hiçbir şeyle uğraşmıyordum. Yani gün geçip duruyordu, insan ne ibadet yapıyordu, ne bir şey yapıyordu. Şimdi çok şükür; namaz var, Kur’ân var yani hayattan bir şey anlıyor insan. Yani önceden gerçekten boş kalkıyordum; okula gidip geliyordum, oynuyordum, arkadaşlarla çıkıyordum öyle geçiyordu günler.

İSLÂMİYETLE DEĞERLİ OLDUK

* Yani İslamiyet mânâ kattı hayatınıza…

Evet, gerçekten öyle anlamlı ve çok mantıklı bir hayatla değerli olduk gerçekten.

* İslâmiyetle değerli oldunuz…

Evet zaten İslâmiyet çok değerli. Bir de kendini başka hissediyorsun, daha faydalı, bilmiyorum ben çok etkilendim İslâmiyetten.

* Peki Hıristiyan iken kiliseye düzenli gidiyor muydunuz?

Okul zamanında düzenli olarak kiliseye gidiyorduk. Kiliseye götürüyordular, orada ders veriliyordu, o­nun dışında gitmiyordum. Zaten Almanya’da pek fazla kiliseye giden yok, yaşlılar gidip geliyorlar.

GÜNÜ GÜNÜNE YAŞIYORDUM

* Müslüman olmadan önceki hayattan beklentileriniz nelerdi?

Dediğim gibi boş. Meselâ başımı örteceğimi hayatta düşünmezdim. Müslüman olacağım küçükken aklıma gelmezdi, zaten bu tür şeyler de duymuyordum, günü gününe yaşıyordum.

* İslâmiyet insana güven ve emniyet veriyor değil mi?

İslâmiyeti görmeden önce önümde güvenebildiğim bir şey yoktu. Önceden ne yapsaydım kendime güvenemezdim, güvenmezdim, şimdi daha farklı, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmam.

* Sizi Hamburg’tan Diyarbakır’a getiren serüveninizi ve eşinizle nasıl tanıştığınızı bize kısaca alatır mısınız?

Almanya’da tanıştığım bir arkadaşım vardı, eşimin de eski bir okul arkadaşıydı. Türkiye’ye gelip anlatmış beni eşime. Benim haberim yoktu. Bana ‘böyle biri var, dinine bağlı bir insan’ dediler. Evlenmeden önce de hiç görmedik birbirimizi, telefonda görüştük, tanıştık, kader-kısmet bir yıldır evliyiz. Yılda bir ay gelebiliyorum Türkiye’ye, bu ikinci gelişim.

* Aileniz evliliğinize karşı çıktı mı?

Çok şükür hiçbir problem yaşamadım o yönden.

* Peki Müslüman oluşunuza ailenizin ya da çevrenizin tepkisi nasıl oldu?

Hiç yanlış bir tepki görmedim. Başörtüsü hakkında biraz söylendiler. Benim anneannem derdi ki: “Senin saçın çok güzel, başını örtme, herkes görsün…” Anneannem hâlâ söylenir bu konuda, anlatıyorum devamlı o­na, ama artık yaşlılık, kafası almıyor. Annem ile babam da hiç karşı gelmediler. Başörtü biraz yabancı geliyor o­nlara, başka da sorun yok.

* Aileniz hâlâ Hıristiyan mı?

Evet, ama dine göre yaşamıyorlar. Yaşadıkları yok Hıristiyanlığı. Ben elimden geleni yapıyorum, o­nlara İslâmiyeti anlatıyorum. Annem bazı şeylere dikkat ediyor meselâ. Annemler domuz eti yiyorlar, bizim yemediğimizi biliyorlar, o sebeple bizim tenceremiz ayrıdır. Annemlere gidince, yemek yapılınca bana ayrı yapılır, benim herşeyim ayrıdır annemlerde. Almanlarda evin içinde ayakkabı çıkarmak yoktur. Bizde çıkartılır ayakkabı evin içinde, annem bu hususlara dikkat ediyor.

* Almanya’da özgür bir hayat tarzı olduğu için mi aileniz size tepki göstermediler?

Almanya’da çocuklar 18 yaşına basınca kendi hayatını yaşamaya başlıyorlar. Çocuk çalıştığı zaman diyor ki: “Para benimdir, artık ben ne yaparsam yaparım.” Orada her şeyin hakkını 18 yaşına bastıktan sonra alıyorsunuz zaten. Meselâ ehliyet desen, 18 yaşında veriliyor, bir şey aldığın zaman imza hakkı 18 yaşında veriliyor. İsteyen 18 yaşından daha önce ya da sonra da evden ayrılabiliyor. Meselâ ben 16 yaşındaydım evden ayrıldım, kendi evimi tuttum. Almanya’da çocuklar evlenene kadar evde kalmıyorlar, ayrılıyorlar. Evden ayrılmayanlar da oluyor ama çok az. Çünkü ev meselesinden dolayı. Bizim evlerimiz öyle büyük değil, hep küçük. Meselâ bize (eşimle bana) 2 kişiye 2 odalı, 60 metrekare hak veriyorlar. İnsana göre oda veriyorlar. Türkiye’de büyük ev tutabiliyorsunuz.

* Paranız olursa ev alma imkânınız oluyor mu?

Paran varsa sen de alabiliyorsun ama Almanya’da ev almak çok zor bir şey. Türkiye’de herkes ilk önce ev sahibi olmaya bakıyor, ev sahibi olmak için düşünüyor, çalışıyor. Almanya’da ise ev almak en son iştir. Yaşlandığın zaman alabiliyorsun, yıllarca çalış biriktir o­ndan sonra. Burada ise en önemlisi ev sahibi olmaktır. Almanya’da öyle değil, çünkü orada sokakta kalmak diye bir şey yok yani ne kadar fakir de olsan çalışmasan devlet sana bakıyor.

* Yiyeceklerinizi, yemeklerinizi nasıl temin ediyorsunuz?

Yemeklerimizi Hamburg’tan helâl kesim yapılan yerden alıyoruz. Güvenmediğimiz yerlerden alışveriş yapmıyoruz. Çikolatada alkol var meselâ bir de sizin burada Eti Puflar var bizim orada da aynısı var ancak bizim oradakinin içinde domuz kemiğinden jelantin yapılıyor diye biz oradakini yemiyoruz. Aynısıdır aslında, ama buradaki öyle değil. Aldığımız malzemelerin etiketine bakıyoruz bende küçük kimlik kâğıdı gibi bir kâğıt var, üzerinde numaralar yazılı, o numaralar yenilendikçe ben internetten bilgi alıyorum. O numaralara göre dikkat edip alışveriş yapıyorum.

* İslâmiyette kendinize neleri yakın buldunuz?

İlk başta ibadetler. Oruç tutmayı meselâ çok severim, iki sene önce ilk defa üç ayları tutmayı denedim. Zaten o­n dört yıldır Ramazan orucumu tutuyorum, ama üç aylarda oruç tutmayı ilk defa denedim, çok hoşuma gitti. İş yerindekiler dediler ki: “Sende bir şeyler var, sen bunu nasıl yapabiliyorsun?” Ama çok güzel, bir de namazını da kılıyorsun, gerçekten rahatlıyorsun.

* Müslüman olduktan sonra başınızdan geçen ilginç bir olay oldu mu? Olduysa bize anlatabilir misiniz?

Türkiye’yi gördüm, sizlerle tanıştım, Risâle-i Nur’la tanıştım. o­n dört yıldır Müslümanım, ama eşimle tanıştıktan sonra Müslümanlığa daha çok yakınlaştım ve öğrendim. Meselâ eskiden namaz kılardım ancak duaları bilmezdim, yalnızca Allahuekberleri söyleyerek kılardım. Eşimle tanıştıktan sonra duaları öğrenmeye başladım. Kitaplar vardı, ama anlayamıyordum bir türlü. Eşim gösterdi, öğrendim çok şükür; İslâmiyete daha yakın oldum.

Başka bir ilginç olayım ise evlenmeden önce gerçekleşti. Annem önceden içki içiyordu, şimdi çok şükür bıraktı. Almanya’dan bir bayan bana şöyle dedi: “Annen içki içtiği zaman o kokuyu alırsan sen de içmiş gibi olursun, sana haram günah yazılır.” Ben de bu sebepten dolayı bir buçuk yıl annemin yanına gitmedim, annem bu süre zarfında niye gelmediğimi sorunca ben de gerçek sebebini söylemeyip annemi kırmak istemediğim için işlerimin yoğunluğunu bahane ediyordum. Halbuki uzaklık olarak o­n dakikalık uzaklık vardı evlerimiz arasında. Daha sonra kitap okumaya başladım, böyle bir şey olamaz dedim. Çünkü kitaplarda en çok saygı duyulan en değerli insan annedir deniliyor. Sonra Diyanet Camiine gittim. Oradaki hocaya sordum, olayı o­na anlattım. Hoca şöyle dedi: “Bunu sana söyleyen kişi Müslüman olduğunu söyleyemez. Bunu söyleyen bunu söylediği anda o kadar günah kazanır ki senin anneni ziyaret etmediğin zamanlardaki günahın da o kişinin üzerindedir. Çünkü sen bilmiyordun, öyle duydun ve yaptın.” Sonra ben çok ağladım, nasıl bir kişiye güvenip böyle bir şey yaptım dedim kendi kendime.

YENİ ASYA GAZETESİNİN VERMİŞ OLDUĞU KİTAPLAR ÇOK GÜZEL

* Risâle-i Nurlarla tanışmanız nasıl oldu?

Önceden yalnızca ismini duymuştum. Şimdi ise tanımama eşim sebep oldu. Eşim o derse katılıyor, okuyor. Her namazdan sonra bir parçasını okuyor, anlatıyor. Bazen oluyor ki bir yeri beş defa okuyor, öyle anlıyorum. Yani Risâle-i Nurları yeni okuyorum, kendim okuyunca pek anlamıyorum. Meselâ o gün (Aralık ayında) dershanede Risâle-i Nur dinleyince çok rahatladım, tam açıklandı, çok güzel oldu.

Burada Yeni Asya gazetesinin vermiş olduğu kitaplar çok güzel. Bu kitaplar Hamburg’ta bulunmuyor. Bende bulunan Şafiî ilmihalini okuyorum anlamıyorum, dili ağır geliyor bana fakat burada Yeni Asya’nın vermiş olduğu ilmihali rahat okuyup anlayabiliyorum.

* Türkçe’yi çok rahat konuşuyorsunuz, nasıl öğrendiniz?

On yıldan beridir Türkçe konuşuyorum. Almanya’da çalıştığım çamaşırhanede Türk olan bayanlar vardı zaten, yarısı Türk, yarısı Almanlardan oluşuyordu. Türkçe’yi oradaki Türklerden öğrendim. Kendim de bazan şaşırıyorum nasıl öğrendiğime. Önceden bozuk konuşuyordum, ama artık eşim yanlışlarımı düzeltiyor.

* Türkiye’deki başörtüsü yasağı hakkındaki düşünceleriniz neler?

Her zaman bu konuda dediğim: “İnsan ne zorlayacak ne de yasak edecek. Herkes kendi fikrine göre hareket etmeli, nasıl insan saçını kırmızı boyuyabiliyorsa, bırak başörtü de bağlasın.” Bir de başörtüsü Kur’ân’da yazılı bir şeydir. Hele Türkiye’de, İslâm ülkesinde kesinlikle böyle bir şey olmaması lâzım. Çok saçma. Almanya’da serbesttir.

YASAK ÇOK SAÇMA!

* Alman halkının Türkiye’deki başörtü yasağına bakışı nasıl?

Onlar araştırmıyorlar, diyorlar ki; ‘Dinde öyle bir şey yoktur, erkekler başörtüsü tak diyorlar, kadınlar da takıyorlar.’ Ama benim yakın arkadaşlarım biliyorlar benim neden örtündüğümü, saçma da bulamıyorlar. Buradaki yasak o­nlara çok ters geliyor. Bazıları da ‘Türkiye’de bile yasak, burada (Almanya’da) niye başını örtüyorsun?’ diyor. İnşallah Türkiye bu yasağından vazgeçer. Çok saçma bir şey. Türkiye AB’ye girecek olsa böyle bir yasakla nasıl girer bilmiyorum. Yazık çok yazık.

* Türkiye’ye yerleşmeyi çok istiyorsunuz, neden?

Evet eşim okulunu bitirdikten sonra Türkiye’ye yerleşmeyi düşünüyoruz. Almanya’da insanlar soğuk, kimse birbirini sormuyor. Ben orada büyüdüm, asıl yerim orası, ama ben orada hiç rahat etmiyorum artık. Acayip sıkılıyorum orada. Bizim bulunduğumuz yerde cemaat ortamı yok. Ama bir aylığına buraya geldim hemen cemaatin içine girebildim. Almanya’da bulunduğumuz yerde bir iki cami var, vaaz veriliyor. Dışarıdan insanlar geliyorlar vaaz vermek için. Fakat bir haber bile vermiyorlar, çağırmıyorlar bizi, gel katıl diye. Biz herkese numaramızı da verdik, biz buradayız dedik, böyle vaazlar olunca bizi de çağırın, biz de katılalım diye. Herkes beni tanıyor zaten, ben o­nları tanımasam da o­nlar beni tanıyorlar. Yani çağırmadıktan sonra bence bir anlamı yok. İslâmiyette böyle şeylerin olmaması lâzım.

Nurdan Hilal Uçar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*